24 Temmuz 2012 Salı
TOPLUMDA AHLAK ANLAYIŞI
TOPLUMDA AHLAK ARAYIŞI—HELMUT SCHMİDT
(Sabancı Üniversite Yayını)
Önsöz-Helmut Schmit—Hamburg, seçim sandıkları kapanmadan önce- 27 eylül 1998
Ülkemizdeki herkesin pek çok hakkı vardır, anayasa bunları tek tek sıralar ve güvence altın alır. Herkes kendi kişisel yararını sağlamak, kendi mutluluğunu aramak için çaba gösterebilir ve üstelik bunu yapmalıdır da. Ama her birimiz başkaları için ve aynı zamanda bütün toplum için de sorumluluk taşımaktayız. Bu sorumluluktan görevler doğar. Bu görevler ise yasalarda yer almaz.
Benim üzerinde durduğum hukuki değil, ahlaki sorumluluk ve görevlerdir. Kamu yararı, topluma, devlete ve Avrupalı komşularımıza karşı ahlaki görevler konusunda bizleri bilinçlendirme ödevi, anne babalara, öğretmenlere, profesörlere, din adamlarına, ustabaşlarına, yöneticilere ve işyeri temsilcilerine olduğu kadar gazetecilere ve medya mensuplarına düşmektedir.
Avrupa kültürü başlangıçta roma mirasının güçlü etkisi altındayken, sonra 1500 yıl süreyle Hıristiyanlığın etkisi altında kaldı. Sayısız savaş ve kuşaklar boyu dinmek bilmeyen kan.. bütün felaketlere rağmen Avrupalılar her defasında yeni bir başlangıç yaratmayı başarmıştır.
Amerikadan bizelere, kapitalizmin dünya çapındaki zaferi konusunda vaazlar veriliyor. Politikacılarımızın bir kısmı da buna şimdiden kanmış görünüyor.
Vicdan azabının yerini başarı sarhoşluğu almıştır. Bu durumun açıklanmasında televizyon ve elektronik medyanın egemenliği, etkenlerden sadece biridir. Diğer etken, kominist eşitlik idealinin tepetaklak olması. Üçüncü etken, gençliğin her alanda otoriteye baş kaldırışı. Dördüncü etken, işin ehli usta işçinin işini yerini bilgisayardan anlayan kişilere terk etmek zorunda kalınması. Nihayet bütün bunlara ek olarak, iş yerlerinin küreselleşme süreci içinde düşük ücret ve düşük sosyal standart ülkelerine kaydırılmasını sayabiliriz. Sonuçta hiçbir şeyin olduğu gibi kalmayacağı yolunda bir kaygı doğmaktadır.
Değişim mümkündür
Temeldeki tarihi olaylar ortadan kaldırılmasa bile, bir takım etkenlerin düzeltilmesi mümkündür. Hiç kimse tarihi değiştiremez. Ama tarihten ders çıkarılabilir. Gerçekte almanların büyük çoğunluğu tarihten ders almıştır. Almanyada diktatörlük ve ırkçılık asla yenilenmemelidir.
Eğer bugün sıkıntımızdan kurtulmak istiyorsak, öncelikle durumumuzun net bir tahlilini yapmak zorundayız. Durumu anlayabilmek için nasıl oluştuğunu kavramak zorundayız. Böyle bir tahlil yapmadan, kapsamlı hiçbir konsept geliştirilemez. Yasa koyarak yapılacak her türlü müdahale bölük pörçük kalmaya mahkum olur. Onun da etkisi olsa olsa birkaç noktayla sınırlı kalır.
Hastayı dinleyerek nedenleri tahlil etmek, tek başına hastalığı iyileştirmez. Hastalığın ne olduğunun saptanarak teşhis edilmesi de, tedavi konsepti için tek başına yeterli değildir. Tedavi için muhakeme ve karar verme yeteneği gerekir. Tedavinin uygulanması ise, bunların da ötesinde, toplumun çeşitli kesimindeki yöneticilerin cesaretini, enerjisini ve kararlılığını gerektirir. Zira doğru bir teşhis, toplum ve ekonomide, politika ve devlette tek bir hatalı gelişmeyi, ahlakta görülen tek bir sapmayı yada bozulmayı, sadece bir iki akut hastalığı saptamakla kalmaz. Karşımızda karmaşık, çok yönlü bir sendrom vardır ve bu sendromun üstesinden gelmek için, aynı anda birden fazla tedaviye gerek olacaktır. Kimi önlemler birkaç yıl içinde etkisini gösterirken, kimileri bir on yıl sonra yada daha geç zamanda işe yarayacaktır. Bu arada kökleri çok derinde yatan, toplumsal bilincimizin derinliklerine işlemiş gelişmelerin düzeltilmesi ise, özellikle zahmetli ve pahalı olacaktır.
Almanların ahlaki ve politik nitelikleri konusunda karamsarlığa kapılmak bizi bir yere götürmez. Ama aklın sesi bize şunu söyleyecektir,: Almanyada demokrasi ve anayasal haklar bilinci hiçbir zaman bugün ki kadar sağlam olmamıştır. İşte bu nedenle her şey barbarlığa ve politik uğursuzluğa geri dönüşün bir daha mümkün olmayacağını göstermektedir. Ama yine de her bireyin vicdanı şunu da eklemelidir. Bizzat ben de buna benzer bir şeyin gerçekleşmemesi için elimden geleni yapacağım.
Ebette erdemler ve ahlak reçeteyle satılmaz. Ama özellikle olumlu örneklere bakarak kendimizi eğitmemiz mümkündür. Ne var ki örnek olarak tek başına federal cumhurbaşkanı yetmez. İşte bundan dolayı kamuda görev yapan ve mevkileri gereği hepimizi ilgilendiren kararlar alan herkesten iyi örnek olmasını beklemeliyiz.
Yönetici seçkinlerin sorumluluğu
Toplum ahlakı, örnek olmaya, eğitime, otoriteye ve yönlendirmeye dayanır. Toplum ahlakının temeli ,önceki kuşakta kuşağa aktarılarak günümüze kadar gelen değerler, ilkeler, ahlak ilkeleridir.
Fransız sosyolojisinin kullandığı ‘seçkinler’ sözcüğü ile kast edilen, toplumda birbiriyle rekabet içinde olan iktidar ve nüfuz gruplardır. Çoğu kişi o mevkiye nasıl geldiğinden ve bu hususta ehliyetli olup olmadığından bağımsız olarak sadece yerine getirdiği görevi sayesinde iktidar ve nüfuz sahibi olur. Diğerlerinden ayırt etmek için bu kişilere ‘ yönetici seçkinler’ kavramını kullanıyorum.
Politik sınıf kavramıyla kastedilen, varlık durumları ve politik görüşleri ne olursa olsun, bütün olarak politikacılar, özellikle de meslekleri politika olan, geçimlerini bundan sağlayanlardır.
Politik sınıfın ahlakı ödevleri
Temel değerleri olmayan bir politika, zorunlu olarak vicdansızlığın, ahlakı keyfiliğin politikası olur ve suça eğilim gösterir. Bu noktada politikacı, çifte sorumlulukla karşı karşıyadır. Bir yandan kamu oyuna, kendi seçmen yurttaşlarına karşı sorumluluk taşırken, öte yandan da kendi vicdanına karşı sorumluluk taşımalıdır. Gerçi anayasa, yönünü tayin etmesi için kendisine yol gösterir ama karar vermesi için bu yeterli değildir.
Şeffaflığın gereği olarak politikacıların, parlamento dışı gelirler açıklanmalıdır ve yarıca mesleki kökenleriyle, mal varlıkları da kamu oyuna duyurulmalıdır.
Öyleyse politik sınıftan talep edilmesi gereken şey nedir? Politik sınıf kendi kendini mercek altına almalıdır. Politikacıların ahlakı görevlerini, taşıdıkları sorumlulukları tanımlayacak ve bizzat politikacılar tarafından hazırlanacak kamuoyu önünde tartışmaya açılacak olan özel bir kodeks, bu konuda büyük bir adım olur. Her milletvekilinin en az bir uzmanlık alanında bilgi sahibi olması ve o konuyla ilgili yasaları tanıması şart koşulabilir.
Ama hepsinden de önemlisi bu kodekste, iki ahlak ilkesi yer almalıdır. Birincisi; bir karar vermeden önce, her defasında ortada bir haksızlığın, yolsuzluğun, hatanın yada tehlikenin olup olmadığını, eğer varsa, nasıl bertaraf edileceğinin titizlikle incele. Senin görevin korumak ve biçimlendirmek yani reform yapmaktır. İkincisi; tek tek her durumda tartmak zorundasın. Parti grubu disiplinine uymam gereken hangisi, vicdanımın sesini dinlemem gereken hangisi? Aralarında çelişki varsa, vicdanının sesine göre hareket et.
Gelirini ikiye üçe katlama güdüsüyle hareket eden birisi, kendisine esas meslek olarak politikayı seçmemelidir. Birinde böyle bir güdü fark eden partililer, o kişiyi desteklememelidir.
Kiliselerin kamuya karı sorumlulukları
Naziler her iki kiliseyi de aşağılamıştır. Hitler tanrı yerine ‘ilahi takdir’den söz eder.
Bugün 20.yy sonunda almanyadaki kiliselerin geniş bir etkiye sahip oldukları söylenemez.
Eğitim yerine televizyon mu?
Gandhi ‘karekteri olmayan eğitim, sosyal bir günahtır’ der. Televizyonda sunulanların büyük çoğunluğu gandhinin tanımına uymaktadır. Zira bütün olarak bakıldığında, tv özellikle çocuklarda ve gençler üzerinde bıraktığı etki, onları gizliden suça ve şiddete özendirmekten başka bir anlam taşımamaktadır. Çoğu amerikadan ithal aksiyon filmler bize, şiddet ve vahşetin uygar bir toplumun normal, hatta baskın unsurları olduğunu telkin etmektedir.
Tüm kitle iletişim araçları sahipleri ve yapımcıları, etki ve güçlerini örtbas etme eğilimindedirler. Kamuoyunun kanaatini belirleyenin kendileri olmadığını ileri sürerler.
Bir politikacının ne dediğinden çok sempatik bir izlenim bırakıp, bırakmadığı önem taşır.
Yönetici sınıfın çelişkisi
Yöneticiler öncelikle kendi öz çıkarlarını kollayan hedefler güder. Her şey yolunda gittiğinde, çalışmalarıyla refahını geçekten artırır. Ama çelişki tam da bu noktada ortaya çıkmaktadır; zira günümüzde artık her şey yolunda gitmemektedir.
Almanyada sendikaların etkisi ve sosyal demokratların baskısıyla yasalar çıkararak bir işletmede çalışanların hem işyeri konseylerine hem de işyeri üstü yönetime katılmasını mümkün kılan bir sistem geliştirmiştir. Sermayenin tek taraflı dağılımı, bu sistem sayesinde bir ölçüde dengelenebilmektedir. Bizim ülkemizde grevlerin ve işçi mücadelesinin, örneğin İngiltere yada fransaya kıyasla daha az görülmesinin asıl nedeni, yönetime katılımdır. Zira yönetime katılım, yöneticileri çalışanların çıkarlarını hesaba katmaya zorlar. Yönetici ‘evinde kendi bildiğini okuyan efendi’ değildir. Aksine ikna etmek ve onay almak zorundadır. Bu zahmetli ama çoğu kez de öğretici bir iştir. Nitekim işyeri konseyleri ile hem işletme hem de çalışanlar için yararlı olacak anlaşmalara varılır. Oysa yöneticiler ve sendika yetkilileri arasında bunu gerçekleştirmek, kimi zaman daha zor olabilir; zira her iki taraf da birbiriyle ilişkisinde kavgaya daha fazla eğilimlidir.
Ekonomimizin yapısal olarak yenilenebilmesi için, çalışanların işyerleri ve bürolarında hallerinden hoşnut olup, geleceğe güvenle bakmaları, önemli bir unsurdur. İşinden hoşnut olma ve keyif alma bireyin kendi kararlarını verebilmesi ölçüsünde artar. İşte bu nedenle üst düzey yöneticiler, işyeri yönetimleri ve konseyleri, gayet bilinçli bir şekilde, yalnızca başka türlü düzenlenmesi mümkün olmayan şeyleri yukardan düzenlemeye özen göstermeli, öte yandan mümkün olduğunca çok şeyi orta ve en alt kademelerin bireysel kararına bırakmalıdır. Böylece pratikte ‘ yardımlaşma’ ilkesini gerçekleştirebilen ve ‘ işyerinde yönetime katılım’ı sağlayan bir yönetici, hoşnutluk ve barışı da sağlamış olur. Savaşı izleyen ilk on yıllar boyunca, mal sahibi girişimciler ve yöneticiler, kendilerini çalışanlarının yerine koyabilme yeteneğine ve yüksek sosyal beceriye sahipti. Bugün ki yöneticiler ise, genellikle çok daha az yardımsever ve dayanışmacıdır, paylaşmayı sevmezler. Bunun sebebi, muhtemelen daha az zahmetli bir biçimde yükselmiş olmalarıdır.
Almanyada üst düzey yöneticilerin hisse opsiyonları aracılığıyla gelirlerini muazzam ölçüde artırdığı da bilinmektedir. Daimler-benz en çok zarar ettiği yıllarda bile, her bir yönetim kurulu üyesine beş yüz milyon alman markı tutarında münferit ödeme yapabilmiştir.
Gandhi ‘ ahlaki değerleri içermeyen ticaret, topluma karşı işlenmiş bir günahtır’
Ekonomi bizim kaderimiz
Kendi iradesi dışında uzun süre işiz kalan biri, sadece düş kırıklığına kapılıp depresyona girmez, aynı zamanda saldırganlaşabilir de. Eğer almanyanın pek çok kentinde çok sayıda insan, hatta kitleleri iş bulamıyorsa, devletimize ve toplumumuza duyulan güven yitip gider.
Yapısal yenilenmenin ağırlık noktaları
Firma yöneticilerinin, işverenlerin, sendikaların, doktorların, profesörlerin, medya mensuplarının işbirliğini sağlamaksızın bu reformlar gerçekleştirilemez. Halkın büyük çoğunluğu hazır değilse ve halkın onayı alınmamışsa, hiçbir şekilde reform yapılamaz.
Özgürlük hakkı
Görevler ve sorumluluk
Ekonomi toplumumuzun taşıyıcı ögeleri arasında çeşitli esnaf ve zanaatkarlardan oluşan orta sınıf büyük işletmelere göre çok daha önemlidir. Eğer onlar müşterilerine sözünün eri esnaf olarak iyi hizmet verir, yanlarında çalışanlara yakışık aldığı gibi adilane davranır ve kaçak işçi çalıştırmayıp vergilerini günü gününe öderlerse, sorumluluklarını yerine getirmiş olurlar. Mahallede herkes’ babasını namuslu adamdı, oğlu da babası gibidir’ dese yeter.
Erdemlerden vazgeçilmez
Burada sorulması gereken soru şudur; toplumun iç bağlarını güçlendirmek ve toplumun olabildiğince çok sayıda üyesini ortak davranış kurallarında birleştirmek için ne yapmalıdır?
Erdemle ilgili öğreti iki bin yıldan eskidir. Platon ve aristoya kadar uzanır.
Anne babalarımızın örnek davranışları sayesinde erdemler, çok erken dönemlerde bilincimize demir atar ve daha sonraları gündelik yaşamda onları bizzat kendimiz uygulamaya başladığımızda, bu uygulama neredeyse bilinçsizce gerçekleşir. Günümüzde ise bu yönetimin kimilerinde iflas ettiğini gitgide daha sık rastlamaktayız. Bunun nedeni, kısmen onlara bu erdemlerin doğal bir şey olarak aktarılması, kısmen de kamuoyunda erdemlerin değersizleştirilmesidir.
Düşüncelerimizin arkasında durabilmek için, dirayete yani mantık ve muhakeme yeteneklerini kullanmaya ihtiyacımız vardır.
Birbirinden ayrılan yada birbiriyle çelişen talep ve çıkarları, birbirine oranla tartabilmek için, herkesin ölçülülüğe yani sağduyuya ihtiyacı vardır. Ve nihayet bu tartma adalet ilkelerine göre yapılmalı, özünde adil olma iradesi yatmalı ve bu da davranışı yönlendirmelidir.
Toplumumuzun iç barışı için uzlaşma yeteneği ve hoşgörü, vazgeçilmez erdemlerdir. Bunların eksik olduğu yerlerde, iç savaş tehdidi baş gösterir. İnsanların birbiriyle ortak yaşamak durumunda olduğu her yerde mutlaka anlaşmazlıklar çıkacaktır. Ama hoşgörülü ve uzlaşmacı olmayı öğrenirsek, çoğu tartışmanın da önünü almış oluruz.
İster insanın amiri tarafından olsun ister bir üst makam yada devletin kendisi tarafından olsun, neredeyse tüm erdemler kötüye kullanılabilir. Erdemleri sömürmek mümkündür. Dirayetli olursak, kötüye kullanıldığımızı iş işten geçmeden fark edebilir, cesaret erdemi sayesinde de bunun üstesinden gelebiliriz.
Özgür vatandaşlardan oluşan bir toplum, erdemler olmaksızın varlığını sürdüremez. Erdem ise eğitim olmaksızın uzun vadede yitip gider.
Bambaşka bir yüzyıl
Dinler ve kültürler karşılıklı olarak birbirlerine saygı göstermelidir
İnsanlar ne kadar dar alanda birbirine yakın yaşamak zorunda kalırsa, dini, etnik ve ırkçı çatışma tehlikesi de o oradan artar.
EVRENSEL İNSAN SORUMLULUKLARI BİLDİRGESİ- 1 eylül 1997’de Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan tarafından tebliğ edilmiştir
İnsan olmanı temel ilkeleri
1- Herkes hangi cinsiyetten, etnik kökenden, sosyal konumdan, politik görüş, dil, yaş, milliyet yada dinden olursa olsun, bütün insanlara insanca davranmakla görevlidir.
2- Hiç kimse ne türden olursa olsun, insanca olmayan davranışları desteklememelidir, tam tersine bütün insanların görevi, bütün diğer insanların onurunu ve özsaygısını savunmaktır.
3- Hiç kimse, hiçbir grup yada örgüt, hiçbir devlet, hiçbir ordu yada kolluk gücü, iyinin ve kötünün ötesinde değildir; hepsi ahlak ölçülerine tabidir. Her insanın görevi, bütün şartlar altında iyiyi teşvik etmek ve kötüden kaçınmaktır.
4- Akıl ve vicdan yeteneğine sahip bütün insanlar, dayanışma ruhu uyarınca herkese, ailelere ve toplumlara, ırklara, uluslara ve dinlere karşı sorumluluk yüklenmek zorundadır; kendine yapılmasını istemediğin hiçbir şeyi, başkasına yapma.
Şiddet dışı davranış ve yaşama saygı
5- Herkes yaşama saygı göstermekle görevlidir. Hiç kimsenin, başka insanı incitmeye, başka bir insana işkence yapmaya ve başka bir insanı öldürmeye hakkı yoktur. Birey ve toplumların meşru müdafaa hakları da, bunun dışında değildir.
6- Devletler, gruplar ve bireyler arasındaki anlaşmazlıklar, şiddete başvurmaksızın çözülmelidir. Hiçbir hükümet, soykırım yada terörizm eylemlerine hoşgörü gösteremez yada bunlara katılamaz. Kadınları , çocukları yada diğer sivil kişileri savaşta araç olarak kullanamaz. Her yurttaş ve kamusal sorumluluk taşıyan herkes, barışçıl yolla ve şiddete başvurmadan davranmakla görevlidir.
7- Her bir kişi sonsuz değildir ve mutlak surette korunmalıdır. Hayvanların ve doğal çevrenin de korunması gereklidir. Bütün insanlar, bugün yaşayanlar ve gelecek kuşaklar adına, havayı, suyu ve toprağı korumakla görevlidir.
Adalet ve dayanışma
8- Herkes tutarlı, dürüst ve adilane davranmakla görevlidir. Hiç kimse yada hiçbir grup, bir başka kişinin yada grubun mülkünü zorla yada keyfi olarak elinden alamaz.
9- Kendilerine gerekli araçlar verilmiş olan bütün insanlar yoksulluğun, kötü beslenmenin, cehaletin ve eşitsizliğin üstesinden gelmek için ciddiyetle çaba göstermekle görevlidir. Bütün insanlar için onur, özgürlük, güvence ve adalet sağlamak için, dünyanın her yerinde sürdürülebilir bir kalkınmaya teşvik etmelidirler.
10- Bütün insanlar çalışarak ve çaba göstererek becerilerini geliştirmekle görevlidir. Eğitim ve anlamlı bir iş olanağına eşit olarak ulaşma fırsatına sahip olmalıdırlar. Herkes muhtaçlara, mağdurlara, özürlülere ve ayrımcılık kurbanlarına destek sağlamalıdır.
11- Her hükümet, mülkiyet ve her türlü zenginliği, adaletli bir biçimde ve insanlığın ilerlemesi için sorumlulukla kullanmalıdır. Ekonomik ve politik güç, hükmetme aracı olarak kullanılmamalıdır. Tam tersine, ekonomik adaletin ve sosyal düzenin hizmetin koşulmalıdır.
Gerçeğe uygun davranış ve hoşgörü
12- Her insan gerçeği dile getirmekle ve gerçeğe uygun davranmakla görevlidir. Ne kadar yüksek ve güçlü konumda olursa olsun, hiç kimse yalan söyleyemez. Mahremiyet hakkı ile kişisel ve mesleki gizliliğe saygı göstermelidir. Hiç kimse, her an herkese tam gerçeği söylemekle yükümlü değildir.
13- Hiçbir politikacı, memur, ekonomi yöneticisi, bilim adamı, yazar yada sanatçı, genel etik ölçülerinden muaf değildir. Tıpkı hekimlerin, hukukçuların ve kendi müşterilerine karşı özel görevleri olan bütün diğer meslek mensuplarının da muaf olmadığı gibi. Mesleki yada diğer ahlak kodeksleri, örneğin gerçeğe uygun davranışı ve adil olma gibi genel ölçütlerin üstünlüğünü yansıtmalıdır.
14- Medyanın kamuoyunu bilgilendirme ve hükümet önlemleri gibi toplumsal kurumları eleştirme özgürlüğü-ki adil bir toplum için önemlidir- sorumlulukla ve incelikle kullanılmalıdır. Medyanın özgürlüğü, dakik ve gerçeğe uygun bir habercilik bakımından özel bir sorumluluğu da beraberinde getirir. İnsanın kişiliğini yada onurunu alçaltıcı sansasyonel haberlerden her zaman kaçınılmalıdır.
15- Din özgürlüğü güvence altına alınmak zorundayken, dinlerin temsilcilerinin başka din mensuplarına karşı önyargılar dile getirmekten ve onları dışlayıcı davranışlardan kaçınmak gibi özel bir görevleri vardır. Dinlerin temsilcileri, nefreti, fanatizmi yada inanç savaşlarını ne kışkırtmalı ne de meşru göstermelidir. Tam tersine bütün insanlar arasında hoşgörüyü ve karşılıklı saygıyı teşvik etmelidirler.
Karşılıklı saygı ve ortak yaşam
16- Bütün erkek ve kadınlar, ortak yaşamlarında birbirlerine karşı saygı ve anlayış göstermekle görevlidir. Hiç kimse, başka bir kişiyi cinsel sömürüye yada bağımlılığa tabi tutamaz. Tam tersine eşler, birbirlerini iyiliği için çaba gösterme sorumluluğunu yerine getirmelidir.
17- Evlilik - bütün kültürel ve dini farklılıklarına rağmen- sevgi, sadakat ve bağlılık gerektirir. Evliliğin hedefi, güvenlik ve karşılıklı destek güvencesi vermek olmalıdır.
18- Mantıklı bir aile planlaması yapmak, her çiftin sorumluluğudur. Anne, baba ve çocuklar arasındaki ilişki, karşılıklı sevgiyi, saygıyı, değer verme ve ilgiyi yansıtmalıdır. Ne anne baba ne de başka yetişkinler çocukları sömürmemeli, kötüye kullanmamalı ayda çocuklara kötü muamelede bulunmamalıdır.
Sonuç
19- Bu bildirgenin hiçbir hükmü devlet için, bir grup yada bir kişi için, bu bildirgede ve 1948 insan hakları evrensel bildirgesinde yer alan görev, hak ve özgürlükleri zedeleyecek nitelikte bir eylem yada davranışta bulunma yönünde her hangi bir hak doğuracak biçimde yorumlanamaz.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Çok iyi hazırlanmışsınız. Ancak okumayı kolaylaştırmak için bence ara başlıklar ve paragraflar olsa daha doğru olur. Başarılar.
YanıtlaSil