24 Temmuz 2012 Salı

AŞK AHLAKI

AŞK AHLAKI—PROF. HİLMİ ZİYA ÜLKEN BAŞ İnsan zincirler içinde uyanır; fakat kendi çabalarıyla bu zincirleri birer birer kırarak, büyük emekler ve kurbanlar karşılığında hürriyetini kazanır. İnsan toplumun pasif unsuru olarak doğar; fakat hayatın direnme ve tepkileriyle gittikçe daha fazla bir kişi olmaya ve iç hürriyetini kazanmaya başlar. Hakikat türlü türlü görünen gerçeklerde görünen birliktedir. Birlik, külli olan tabiattır ve tabiat, art arda yeni gerçekler, yeni görünüşler halinde zuhur eder. İnsanın cemiyet içinde uyanıp, zincirlerini kırmasından, uzviyetin cemiyetle çarpışmasından, meyillerin kolektif baskı ile karşılıklı bir etkiler silsilesi doğurmasından, yepyeni bir gerçek ola ruh alemi ve ruhun hürriyeti meydana gelir. Şu halde ruh, cemiyete göre önceki değil, sonraki bir alemdir. Cemiyet vardır, ruh bağımsızlığının alameti bile yoktur. Cemiyet vardır, içinde bütün fertleri birer kişi olmuş, kütlenin kör kuvveti üstüne yükselmiştir. Kimseye hürriyet vermekten bahsedilemez ve hiçbir cemiyete hürriyet bahşedilmez. Çünkü hür kişilere sahip olmayan, iç hürriyet kazanmamış olan bir cemiyete hürriyet vermek, küçük bir çocuğun eline nazik bir alet ve tehlikeli bir silah vermek gibidir. Ruhun hürriyeti, arzuları öldürmek değil, onları olağanüstü geliştirmekle kazanılır. İhtiras ruhun bir konuya kulluğu değil, tam tersine bütün kudretinin bir konu üzerine yoğunlaşması, zeka ve iradesinin en şiddetli, en yoğun bir hal alması demektir. Biz arzularımızı, ruhumuzun kudretini bir hedefe kutuplaştırarak onu elde etmeye çalışacak yerde, bu hedef arzularımızı hapseder, bize rağmen bizi kendine bağlarsa bu tutku değil, düşkünlük olur. Düşkünlük, arzularımızın ya uzviyet ya cemiyete esir olması demektir. Her düşkünlük bir mahkumluktur; kumar, içki, siyaset ve söz düşkünlüğü gibi. Fakat her tutku bir hakimiyettir; hakimiyet, ahlak, siyaset, sanat tutkuları gibi. Ruh ancak tutkunluk halindedir ki faal ve yaratıcı olmuş, hem ortama karşı hürlüğünü kazanmış hem de yeni bir gerçek olmuş, varlığın yeni bir görünüşü derecesine yükselmiştir. Çünkü tutku ve kişilik halinde ruh ne maddenin ne cemiyetin kanunlarına bağlıdır, başlı başına ir alemdir. Tabiat tutku ile sırlarını insana açar ve birlik ancak ihtiras ile tamam olur. Onu kaldırınca tabiat karanlıkta kaldığı gibi, insan da dış kaderin kör kuvveti elinde ezilir. Madem ki ruh bir gerçektir, öyleyse onu eşyayı görür gibi görmek lazımdır. Ruhu eşya gibi hakikat olarak görmek, bilinmeze ve sırlara asla kapılmamak, daima aydınlığa, açıklığa doğru gitmek demektir. Gelişme müphemden ve belirsizden, belirliye ve aydınlığa doğru gitmek demektir. Fikir insanın filer geçmesi ve fiilin mutlaka fikirden kuvvet almasıdır. Bütün ülküler (idealler), hedefi insanlık olan bütün büyük eylemler tutkunun ve sevgini (aşkın) eseridirler. İhtiras imanı eşyaya indirmek ve ideal arkasından hakikati görerek koşmaktır. Biz eskiden beri her yerde büyük fikir yapılarını kitap sahifelerinde bırakan tembel düşünürlerle hiçbir ideale bağlanmayan, kör fiilden başka düstur tanımayan devlet adamlarını görmeye alışkınız. Fakat bizim hiç görmediğimiz, hiç alışkın olmadığımız bir örneği varsa, o da ihtirasın ve aşkın kudretiyle ilmini iman haline koyan, fikri fiille birleştiren, davasının götürdüğü ahlakı ve siyasi neticelere kadar inmek cüretini gösteren insandır. İşte biz bu insanı arıyoruz ve bütün davamız yarının cemiyetinde, her gün daha fazla bu insana doğru yürümektir. İnsan (ruh ve beden) meselesi Sokrates ‘ kendi kendini tanı’ (Delphi tapınağının kapısındaki yazı) Halkın anlayışı farz eder ki fikirleri beslemekle insana ulaşmak kabildir. Ne hoş rüya! Ruh ve beden ağacının dallarından koparılan fikir çiçeği hiçbir toprakta yaşamaz. Bize gaye ve tatmin nedir bilmeyen arzular, yani ihtiraslarla beslenen ruh lazım; bu ruh konusuna sonsuzca susamıştır. Bu ruh içten, sürekli ‘sevinç’ denen bir duygu halinin kaynağıdır. Ruhun mutlak hürlüğü arzuların sonsuz olması iledir. Eskiler, ruhun terbiyesi arzuları öldürmektedir zannederler ve aşağı arzuları hapsederek, ruhu bir zindan mahkumu haline getirirlerdi. Ben diyorum ki, ruh sürekli bir terakkiye elverişlidir. Yalnız onu hareket ve faaliyete getirilmesini, sonsuz şevkle aranan konular yaratmasını ve asıl, kendine bakmasını, eşyadan kendine dönmesini bilmek gerek! Bunları yapan insan ruhu kudretlidir. Hakikatlerin hakikati insanın hakikatidir: saraylar, abideler, ilimler ve felsefeler, dinler ve ahretler onun içindir. Herkese kendi alıştığı dille hitap edelim. Hiç kimseyi yabancı hakikatlerle karıştırmayalım. Onlara şuurlarının altında uyuyan hazineyi meydana çıkarmaları için yardım etmekten başka bir şey yapmayalım. Seninle ruhun hakikatini bulalım. Asıl mesele onu bulmakta, bulamayana yardım etmekte, zayıflara cesaret vermekte, inat edenden ümit kesmemekte, yoktur diyenlere, bir gün bulacaksın demek değil midir? Bir yapı kurmak için mimar toprağın sağlam olup olmadığını düşünüyor da, neden bir fikir binası kurmak için onun temelleri olan insan ruhları ve bedenlerinin metinliğine bakmayalım? Fikirler, teşkilatlar, idealler, partiler, siyasetler, onun üzerine kurulur ve ona dayanır. Gafil der ki, teşkilat ruha kuvvet verir ve servet, teşkilatları icat eder. Ben derim ki, hazineler ruh kudretinin eseridir. Ve hangi kalbi kararmış Karun teşkilat yapmıştır, hangi teşkilat ruhsuzlara ahlaksızlara ahlak bahşetmiştir? Kanunların bazı topraklarda mesut, bazı topraklarda berbat olması bundandır. İnsandan ihtirası kaldırınız; maddenin, tabiatın, hayat ve cemiyetin manası hemen değişecektir. Kendinize bakın! Bakışınızı derinlere götürdükçe, sizde birleşen bu alemler safha safha sırlarını açacaklardır. Size ait olmayan şeyleri sahiplerine iade ediniz. Göreceksiniz ve bulacaksınız ki, siz onların bittiği yerde başlıyorsunuz. Ve onları kendinizde öldürdükten sonra yaşıyorsunuz; sizde nihayetsiz bir hazine var. Spinoza Etika IV bölüm: insanlığın köleliği ve duyguların kuvvetlerine dair ‘insanın kendi duygularını yönetmedeki güçsüzlüğüne kölelik diyorum’ ‘iyi veya kötüye gelince, onlar düşünce tarzlarında ve kullandığımız kavramlardan başka bir şey değildirler. Bundan dolayı, hem iyi hem kötü hem de ilgisiz olabilir. Etika III bölüm: passion’ların kökü ve tabiat üzerine Önerme XLII--‘bir kimse sevgi ve şeref ümidiyle sürüklenerek birisine iyilik yaparsa, yaptığı iyiliğin nankörlükle karşılandığını görünce kederlenecektir.’ Önerme XLIII—‘kin karşı bir kin yüzünden artmıştır ve tersine, sevgi ile yok edilmiş ve ortadan kaldırmıştır.’ Önerme XLIV—‘sevginin büsbütün yendiği kin, sevgi halini alır ve sevgi, bu sebepten, kendinden çnc kin bulunmayan sevgiden daha büyük olur’ Önerme XXII—‘gurur, insanın kendi hakkında, olduğundan daha üstün değer vermesi halidir’ Ve ihtiraslarınız hepinizde başka türlü birleşerek sizi birbirinizden ayırır. İki sultana birden kulluk edilemez. Ya madde ya ruha kulluk ediniz. Ruh bedenle birdir, beden ruhsuz bir hayal, maddesiz mana bir vehimdir. Ruhta batın, esrar ve karanlık yoktur. O zahirin, açıklığın ve aydınlığın en olgun halidir. Biz ruh iledir k alemin karanlık, gizli ve müphemini meydan çıkarıyoruz. Ruh iledir ki perişanşığa düzen ve karanlığa ışık getiriyoruz. Ruh alemin aynasıdır. Hakikat ruhta ve ruh her yerdedir. Sevinç ve sevgi ruhun iki kanadıdır. Bunlar ona kuvvet, sonsuz olan akışına hız verir. Aşk ise kemale gelmiş bir ihtirastır. Kabuklarından ayıklanmış bir çekirdektir. Can sıkıntısı, sevgisini ve içten sevincini kaybeden bir kimsenin kabusudur. Ruhunuzu terbiye ediniz derken, ona baskı yapınız, onu daraltınız, ona zulmediniz demiyorum. Fakat ona sonsuz hamleler verin; öyle uçsuz bucaksız emeller arkasından onu koşturun ki küçüklükler ve bayağılıkla ondan uzak kalsın diyorum. Yolunu arayan, ebedi sağlığı bulmak için hasta olmuştur. Ölüler gibi durgun ve emelsiz kalmaktansa ‘inanmak’ ihtiyacıyla yanmayı tercih etmiştir. O hakikaten hastadır; onda can sıkıntısı ve durgunluk ezası yerine eksikliğin ve yetmezliğin azabı geçmiştir. O, her an daha fazla istediği ve hiçbir zaman halinden memnun olmadığı için, günün azabını, yarının hayalleri ile doldurmaktadır. O, inanmak ihtiyacıyla, kendi hülyalarına hakikat diye bakmış ve mevhumelerini dışta göremeye başlamıştır. Sonunda o, eliyle yaptığı puta tapmış, kendini dev aynasında şişirilmiş ve büyültülmüş olarak görmeye varmıştır. O, inanmak ihtiyacıyla, hayallere ve mevhumelere inanmış, Nemrut ve firavun gibi kibir ve kibrin en zavallı şekline kadar alçalmıştır. Eğer o bunları yaptıysa, kabahat kimde? Ruhundaki boşluğu doldurmaya ihtiyacı varken biz ona rehber olmasaydı, ona karanlıkta ışık göstermediysek, kusur kimde? Ben oyum, demeyiniz; fakat ben ondayım deyiniz! Ben kudretliyim demeyiniz, fakat bende ruhun iktidarı var deyiniz. Çünkü nihayetsiz iştiyakları uyandıran siz değilsiniz; hakikaten ruhun iktidarıdır. Benliği aradan kaldırınız. Gururunuz, övünmeniz, bencilliğiniz eşya ile aranızda perdedir. İhtiras, gaye ve tatmin aramamaktır. Ve aşk, tatminsizliği sevmektir, halinden memnun olmaktır. İhtiras, seçme hürlüğü denen küçük iradeyi terk etmektir. Ve aşk, beden ve ruhun kudretine bağlanmaktır. İhtiras, iç alemimizin kaderidir. Ve aşk, bu kadere inanıştır. İyilik, zıtları ve parçaları, yalanı ve hastalığı aşan birliğin gerçekleşmesidir. Kötülük ise, eksik olmaktır. Karanlıkta ve müphemde kalmaktır; tamlığa erişememektir. Çünkü ruhun arınması kendi içinde olup, bitecek bir şeydir. Bir insanın iç alemini temizlemek istediğimiz zaman da, ona kendisine bakmasını ve kendine telkin yapmasını öğretmemiz yetecektir. Aradığımız asillik ve temizlik fikri, yalnız şartlarını hazırlamakla yol arayanın ruhunda yerleşecek, yayılacak, ona hakim olacaktır. Yolunu arayanın kendine yapacağı ilk telkin, her türlü devamlı çalışmadan zevk almak; dinlenme, eğlence ve çalışma zamanlarını düzenlene koymak telkini olacaktır. O hakikaten yavaş yavaş boş durmaktan azap duyacak, sonunda o, çalışmalarına, eğlencelerine, dinlenmelerine ayırdığı vakitlerin düzenliliğiyle hiçbir yorgunluk ve neşesizlik duymayacaktır. Yolunu arayan, bu telkinleri her gün, çevrenin gürültülü ve dağıtıcı etkilerinden en uzak olduğu uyuma ve uyanma saatlerinde, kendisine çekildiği zaman yapacaktır. Kendimize teklif edeceğimi telkinlerden biri de halinden memnun olmaktır. O rahatsızım, daha iyi bir hayat istiyorum demeyecek; belki o, yaşamımdan memnunum, mutluluk duyuyorum, her gün daha iyi oluyorum ve ileride daha iyi olacağım diyecektir. Üst alemi yeryüzüne indiren, her şeyde her yerde birliğin tecellisini görecektir. Halini hoş görmek, asla arzularından vazgeçmek değildir. Bir hırka, bir lokmaya razı olmak, dünyanda vazgeçmek, kadere ve kazaya razı olmak demek değildir. Çünkü kadere teslim olan kendine dönmemiştir; ruhunun kudretini görmemiştir. Çokluk ve değişiklik cehenneminde yorulmadan, birliğe erdim diyen Hakkı ve birliği büsbütün kaybetmiştir. Olgun insan, dünyaya aşık olandır. İstemek hiçbir şey değildir. Fakat kuvvetle düşünmek muktedir olmaktır. Çünkü güçlü olan biz değiliz, zihnimizin düşünceden ibaret olan iktidarıdır. Hayvan yularından çekilir, insan gözünde, kulağında çekilir. Bizim kadar aldanmaya hazır yaratık var mı? Yüzümüze gülenleri dost sanırız, kulağımıza gelen sözlere hemen inanırız. Etrafımızı dalkavuklar sarınca, kendimizi dev aynasında göremeye başlarız. Artık bu hal ile bizde sağduyu mu kalır? Gözümüzü benlik perdesi bürüyerek, kibir ve nahvetten her şeyin ve herkesin üstünde olduğumuzu zannettikten sonra nasıl olur da eşyayı olduğu gibi görebilir ve hakikati tanıyabiliriz? Eğer insan tanımıyorsak, değerli insanları ayıramıyorsak, kurmak istediğimiz ahlak ve siyaset binasının akibeti bir gün hatadan bir yapı iskelesi gibi devrilip gitmek olacaktır. Size teklif edeceğim telkinlerden bir de sukün ve sabır telkinidir. Hedefe bir an önce varmak için çırpınmayınız, telaş etmeyiniz. Vakaların aksi neticelerinden yeise düşerek heyecana kapılmayınız. Sabır, kendini yenmek, nefsini öldürmek demek değildir. Sabır içindeki kuvvetle vakıalara hükmetmek ve onları aşmak, vakıaları arkasında bırakmak demektir. Sabretmek, vakıaların önünde yenilmemek, eksikliğe acımamak ve affetmektir. Sabreden sonucu bekleyecek, hedefine adım adım yürüyecek, telaşa düşmeyecek. Size söylenen sözü sonuna kadar dinleyiniz. Onu söyleyen düşmanınız yada dostunuz, söylediği size uygun veya aykırı olsun. Sabrediniz ve onu sonuna kadar dinleyiniz. Çünkü her söz, tam veya eksik, hakikattir. Size çevrilen silahlardan irkilmeyiniz. Hücum eden kuvvetinizden korkanlardır ve sizi tenkit edenler cüretinizde tehlike görenlerdir. Sabrediniz, çünkü korkan geri dönecek ve tehlike gören vazgeçecektir. Hatayı kendinizde bulmaya alışınız. Çünkü insan içini temizlemedikçe noksandır. Bu yüzden bütün alemi eksik görmeye meyleder. Her şeyde hata bularak, gözümüze öyle bir perde çekeriz ki, akibet hayatın kaynağı olan kendimize bakma gücünü kaybederiz. Kendine bakmak, eksiğini görmek, mesafe ne kadar büyük olursa olsun yanlışını anladığı yerden geri dönmek faziletlerin en büyüğüdür. Kendine bakan eksiğini görecektir. Eksiğini gören her gün tam olmaya biraz daha yaklaşacaktır. Düşkünlüklerine kul olan, gururu kendine bakmasına engel olan eksiğini göremeyecektir. Çevresine kul olmak, aşk için yapmayıp, halk istediği için yapmaktır. İhtirasının emrettiği şeyi, beğenilmemek ve tenkit edilmek korkusuyla yapmaktan çekinmektir. Ne derler diyen, ne dediğini bilmeyendir. Asla korktuğunuz ve ümit ettiğiniz için yapmayınız. Yalnız sevdiğiniz için yapınız. İhtirası, cüreti ve aşkı olmayanların boş itirazları arasında ruhunuzun bütün saflığı ile geçin. Şöhret ve unvanınızın , makam ve rütbenizin geri alınması tehdidinden korkmayınız. Çünkü hakiki şöhret yalnız ruhun iktidarının şöhretidir ve onu hangi türedi vermiştir ki sizden geri alabilsin? Ruhunuzun makamı büyük ruhlar arasında iken unvanın ve rütbenin ne kıymeti var? Belki onları terk etmek kudretinizin delilidir. Büyük insanı tanımak istiyorsanız, kastınız basit bir görünüş altında zengin bir hazineyi meydan çıkarmaksa, parlak söze değil, feda edilmiş hayata bakınız. Dostlarınıza karşı zekanızı kullanmayınız. Fakat bütün ruhunuzla hitap ediniz. Ruhun bu zehirli silahını yalnız madde ve tabiat için saklayınız. Biliniz ki zeki görünmek emeli kibir ve nahvetinizi artıracaktır. Yine biliniz ki zırhlarına bürünen silahşor, kuvvetine güvenmeyendir. Ahlak (eylem) meselesi Ruhunda hareket ihtiyacı olan boş durmayacaktır. İmana susamış olan inanacaktır. O bir iş bulacak, yoktan yere kendine mevzu çıkaracak ve asla can sıkıntısında, boşluktan şikayet etmeyecektir. Kendine bir rehber ve mürşit bulacak, bir fikir arkasından koşacak, mutlaka inanacaktır. Asla inanmayanlar, fikre köle olup, körü körüne sürüklenenler gibi, biliniz ki hasta insanlardır. Ruhlarındaki azabı insanlara hücum ile örteceklerdir. Yazık o insanlara ki, kuru bir cehennemi yeryüzüne indireceklerdir. İlimle imanı ayıran, ruhunu parçalara bölecektir. İlimle , inancı birleştirense hakikate ulaşacaktır. Arif hakka ulaşandır. Akıl ile duyguyu birleştirendir. İlimle imanı uzlaştırandır. Siz bir kere hakkı isteyiniz, er geç yolunuzda o sizin karşınıza çıkacaktır. İçinize ateş düştüğü vakit onu arayıp, bulacaksınız. Ey terk edilmiş, ey kırılmışlar, şefkat aradınız fakat sizde cefanın hıncı var. Dostluk beklediniz, sizde ihanet azabı var. Siz ezilenler ve ezenlersiniz. Siz kahredilen ve kahredenlersiniz. Ve siz zulme uğradığı için zulmedenlersiniz. Kırıldığı için kırmak isteyenlersiniz. Yalnızlığın ıstırabını duyanlara acıyınız. Çükü onlar hakikaten acınmaya layıktır. Ha insanda zuhur edecektir; çünkü insan, olan değil, olması gerekendir. Gerçek değil, idealdir. İnsanlık şimdi bu anda yoktur ancak olmaktadır ve olacaktır. İnsan bir kemal değildir ancak bir varoluş ve oluştur. Ruh tıpkı enerji gibi, hayat gibi bir faaliyet ve gerçektir. Sonsuz oluş halindeki varlığın bir cüzüdür. Ruh varlığında habersiz bir ışık değildir. Ruh bir ayna ve bir akis değildir. Eşya ile kendisinden ibaret birliğin şuurudur. Eğer biz çok defa kendimize dönemiyorsak ve her şeyi bildiğimiz halde yalnız kendimizden habersizsek, bunun sebebini dışımızda aramayalım. Düşkünlüklerine ve kuruntularına esir olan asla kendini varlık gibi göremeyecektir. Günün ayrıntılarına bağlı kalan, kendini onların içinde kaybedecektir. Nefsine hükmetmesini bilen, cihana hakim olacaktır. Nefsine hükmetmek, asla arzularına zincir vurmak ve kendini cebretmek değildir. Böyle yapan, içindeki gücü öldürecek ve bedbaht olacaktır. Korku üzerine kurulmuş ahlak olmaz. Cehennem korkusu ve kılıç korkusu, Allah korkusu ve kanun korkusu eğer bizi düzeltecekse, bu düzelmenin gözümde hiçbir değeri ve insani ahlak ile bir münasebeti yoktur. Dışımızdan gelen bir emre boyun eğmek ve bağlanmak üzerine kurulmuş ahlak olamaz. Bilmediğiniz bir yerden, bilinmezden ve sırlardan gelen bir emre baş eğen ahlak olamaz. Çünkü kişiliğini kaybetmek, sırlara ve bilmeceye karşı, vahşiler ve çocuklar gibi, korku ile karışık saygı ve çekinme duymaktır. Yalan insan iradesinin eseri değildir. Yalan bir gerçektir. Tabiatın çokluk halinde bir buhranıdır. Eşya gibi, ruh gibi bir gerçektir. Korku, parçanın bütünden habersiz olması demektir. Kendini aşmayı, defayı bilmemesi demektir. Birlikten gafil olması, benlik davasında vazgeçmesi demektir. Uzviyet ahlakı; tek, basit ve arkaik olan toplumlara özel bir ahlaktır. Desinler ahlakı; riyakar, bencil ve çıkar düşkünü bir ahlaktır. Uzviyet ahlakı, uzviyete esirdir. Desinler ahlakı, örf ve adete esirdir. Ruhunda hürriyet olmayan, kötülük yapmasa da, kötülüğe alet olur. Kant’ın adetler metafiziğinin temelleri esirinden bir parça: ‘ alemde, hatta alemin dışında mutlak olarak iyi diye kabul edilmesi mümkün biricik şey, İYİ NİYETdir. Güçlülük , servet, sosyal mevki, hatta sağlık, refah ve mutluluk adı verilen halinden memnun olmak, bu kazançların ruh üzerinde etkisini evrensel amaçlara çevirecek ve düzeltecek olan iyi niyet olmadığı takdirde, böbürlenme halini alan kötü bir kendine güvenmeye çevirebilir’ Evrensellik ilkesi, insanı dinlerin, büyük filozofların, bilginlerin, büyük sanatçıların, ve yaratıcı alimlerin, nihayet eşyayı tanıyan ve alet yapanların, zanaatçıların düsturudur. Evrensellik. Hakikat ihtirası, hakkı hak için istemektir. Geçilen yol bütün bir ömre mal olsa bile, yanlış olduğu anlaşıldığı anda, ilk menzile dönebilmektir. Yanlış üzerinde asla inat etmemektir. Hakikat uğruna gururu, şöhretini, ümidini ve menfaatini terk etmektir.eşyayı olduğu gibi kabul etmektir. Peygamberler bize ruhun ve eşyanın hakikatinden bahsettiler. Gözümüzdeki perdeyi kaldırdılar. Filozoflar, cüretle, tümellik alemine girdiler. Peygamberlerin bize haber verdiği bu alemden daha ayrıntılı, daha derin bahsettiler. Bize insanlığımızı öğrettiler. Korkarak iş yapan, ümit ettiği ve takdir beklediği için çalışan, işine kul olandır. Kölelik zincirini eliyle boynuna geçirendir. Ancak sevdiği için çalışan işinin efendisidir. İşçiler cemiyetin efendisidir. Gelecek insanlığın direkleri onların omuzlarında duruyor. Kol işçileri ve fikir işçileri, el işçileri ve dil işçileri hangi meslekte, hangi zümrede, hangi toprakta ve hangi dilde olursa olsun hürriyete ulaşan, şahsiyet olan, insanlığa temel kuran insanlardır. İş onların omzunda yük, başında kabus ve dilinde şikayet değildir. Fakat iş onların kalbinde sevgidir ve dilinde memnunluktur. İşine ihtirasla, seviçle sarılan, ruhun hürriyetinde yeni bir merhaleye varmıştır. İşçi yapıcı, yaratıcıdır. Çırak olsun usta olsun yaptığı, insanlığa katılmış değerdir. İş ihtirasının verdiği üçüncü fazilet, güçlü olmak, beklemek ve direnmektir. Sonsuzca isteyen, hakikaten her halde ve daima bir şeyler elde edecek; sınırlı isteyen telaş edecek, şaşıracak, beklemenin azabı içinde buhranlar geçirecek ve bir gün küçük ve yakın hedeflere ulaşınca ‘beklediğim bu muydu?’ diye hayal kırıklığına uğrayacaktır. Tesit etme sevgisi, ruhun kendi kendini dışında tamamlamak için yaptığı olgun halde bir gayrettir. İnsanın kendini aşması ve insanlara tesir etmesi için enginlere açılmasıdır. Tesir etme sevgisi peygamberlerin, hakimlerin, filozofların sevgisidir. Büyük telkin adamları ve hatiplerin sevgisidir. Tesir aşkı, insanlık uğruna kendini feda eden, dehrin belasını kabul eden insanların sevgisidir. Büyük insan yalnız hakikati gören ve yolun cefasına katlanan değildir. Hakikati fiil haline koyan ve hakikat uğruna kendini ateşe atmaktan ve çarmıha gerilmekten zevk duyan insandır. İş ihtirası bize kendinden geçmeyi öğretti. Kendimizden geçmeyi ve hedefimiz içinde kendimizi unutmayı öğretti. Tesir etme aşkı bize kendini feda etmeyi öğretecektir. Tesir aşkı, hakikat zaferine ulaşmak için kendini aradan silmektir. Dahi kendini aradan silerek, eserleriyle devam edendir. Ölerek yaşayandır. İnsan, tesit etme sevgisiyle iradeli ve aktif (faal) olmuştur. Faal olmakla ruhu hürriyet kazanmıştır. Tesir aşkının kazandırdığı birinci fazilet yaratıcılığıdır. Artık insan yalnız arayan ve bilen değildir. Fakat bildiğini yayan, kabul ettiren, hakikat imanını kurmak için gerçeğin üstüne yükselendir. İkinci fazilet, alçakgönüllülüktür. Benlik davasından vazgeçmek, alçak gönüllülüğe erişmek gerekir. Üçüncü fazilet, kızmamak, kırılmamak, kin beslememektir. Her şeyde aynı fikir tecellisini bulmak gerektir. Kızmak, fikri bir kale içine hapsetmektir. Kırılmak birlikten gafil olmaktır. Kin beslemek Don Kişot’un değirmene hücumu gibi hayali bir kuvvete hücum etmek ve iyiliğin dışında kötülük farz etmektir. Ve noksanlığa karşı kızmak kırılmak ve kin beslemek boşuna ve manasızdır. Kızmak ve kırılmak; kendi içine hapsolup, tesir kuvvetini büsbütün kaybetmektir. Tesir aşkının bize verdiği son ve en büyük fazilet, nefsi feda etmektir. Hakikat bizdedir, eşyadadır ve böyle olduğu için olan ve mutlaktır. Fakat sonsuz aleme karşı açlığımızla hakikat değişmeyecek, biteviye ilerleyecektir. Açıklık ihtirası, peygamberlerin ve hakimlerin baş tacıdır. İnsanlık kahramanlarının, büyük insanların faziletidir. Hayatı karanlıktan, gizliden ve sırlardan kurtarandır. Bize korktuğu ve ümit ettiği için değil, kibrinden, övünmesinden ve kimseye boyun eğmediğinden değil, fakat yalnız açıklık ihtirasıyla, aydınlık sevgisiyle doğru olan insan gerek. Beni İsrail peygamberleri gibi kavminizi kötülemeyiniz: üzerine göğün belalarını davet etmeyiniz. Fakat yalnız hakikati gösteriniz ve doğru yoldan bahsediniz. Kimsenin kusurunu yüzüne vurmayınız. Ona yalnız iyi olmanın çarelerini söyleyin: asla sizde kötülük var, ruhunuz eksiklerle dolu demeyiniz. Ahlak alemi, ideal olan insanlık alemi ile gerçek olan ruh aleminin temasa geldiği yerdir. Ruhun ideale (ülküye) susamış olduğu, bütün gayretini oraya ulaşmak için sarf ettiği yerdir. Ahlak alemi, ruhun arınmış, üstün bir hedefe çevrilmiş, olan fiillerinin alemidir. Orada yalnız hedefler ve fiiller vardır. Birinci hedef, birliktir. İkinci hedef, kendine yetmedir. Hedefi sonsuz olacak ve orada bütün eksiklikler birbirlerini tamamlayacak, iyilik eşyaya hakim olacaktır. Üçüncü hedef, sükundur. Ruh tamamlığın verdiği mutlak bir sükun ve rahatlığa kavuşacaktır. Dördüncü hedef, mertebedir. Bir mertebeden ötekine geçmeyi daima mümkün görecektir. Beşinci hedef, adalettir. Gerçeğin düzenine ve ruhun mertebelerine uygun hareket etmektir. İnsan hedefle birlikten yine çokluğa, kendine yetmekten eksikliğe inecek, ideali sakat gerekle temasa geçecektir. Birlik eşyada fark görmemektir. Bütün insanlara bir gözle bakmaktır. Zıt olan şeyleri düşman değil, fakat birbirini tamamlayan parçalar gibi kabul etmektir. Biz vatansever olduğumuz için, insanlığa hak kazandığımızı değil, fakat yalnız insanlığı ve hürlüğü sevdiğimiz için vatansever olduğumuzu ve bağımsızlığa hak kazandığımızı iddia ediyoruz. Asla vatanı insanlık için son menzil saymıyoruz. Haydut sosyal zaruretler elinde oyuncaktır. Hilekar biyo-sosyolojik determinizmin aletidir. Tabiat onlara bu rolü vermeseydi, ruhun ihtirası ve aşkı nereden çıkacaktı: eşyanın iç hamlesinden doğan birlik nasıl vücut bulacaktı? Tabiatın salgın ve ıstırap şeklinde bir eksikliği olmasaydı, onu tamir etmek için büyük çabalar doğmayacak ve tabiat körlük olarak kalacaktı. Ruhun yalan şeklinde bir eksikliği bulunmasaydı, onu ortadan kaldırıp, ruh ile tabiatı birlik haline getiren aşk ahlakı olmayacaktı. Ruh kaderin elinde oyuncak ve kör bir kuvvet olarak kalacaktı. İyiliğin karşısında, ona düşman bir kuvvet gibi asla kötülük yoktur. Fakat sonsuz varlığın tamlığı ve ideal olan iyiliğin karşısında yalnız eksik olan kötülük vardır. Tamlık aşkı, eksiği bilmek ve olgunluğu istemektir. Kötülüğün eksiklik olduğunu bilmek, bütünlüğü ve iyiliği aramaktır. Eksiği tamamlamaya çalışmak, fakat ona, bir düşman kalesine yürür gibi hücum etmemektir. Tabiatı kör darbeleri karşısında dehşet duymamak, ruhun kötülüğü önünde öfkelenmemek, kötülüğe kızmamak fakat noksanlığı, sakatlığı meydana koyarak, onları güneş altındaki buz parçaları gibi dağıtmaktır. Fenalığa kızmamak, kırılmamak; kötülüğe kin ve öç duygusu ile hücum etmemek, aşk ahlakının ne büyük kaidesidir. Kötülüğü eksiklik diye görmek, birliğin ve tamlığın içinde onu eritmek, kudret ahlakının düsturudur. Zulme uğrayan ve kin besleyenlerin, ezilen öç almak isteyenlerin ahlakı, yeni kinler doğurmaktan ve yeni intikamlara zemin olmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Bize birlik ahlakı, aşk ahlakı gerek. Kötülüğün eksiklik olduğunu bilen, onu düzeltmek isteyen, zararı önünde tedbir alan ileri ahlak gerek. Kötülüğe karşı şiddetle savaş, insanlığa veda etmektir. Kötülüğe karşı şiddetsizlikle savaş, aşılacak köprüyü yıkmaktır. Kin değil, şiddet değil, fakat biz kinsiz şiddet, sevginin şiddetini istiyoruz. Birliğe aşık olan, eksikliği ve eksiklikleri de sevecektir. Sükuna eren, kimsenin işinde gözü olmayan ve kimsenin çabasını hor görmeyendir. Sükuna ulaşan, zaafların imtihanlarında birer birer ruhun buhranlarını aşandır. Cehennemden geçerek cennete vardığı için yanmanın, azap çekmenin ne olduğunu bilendir. Çokluğun mihnetini çektikten sonra birliğe kavuştuğu için, çokluk içinde yolunu şaşırmanın, perişan olmanın derdini duyandır. Sükuna ulaşan, sükunsuzluğun azabını anlayan ve zayıfları hoş görendir. Sükunsuzlukta kalmak, milliyet kini ve sınıf kavgasını aşmamak, fark içinde ezilmek demektir. O herkesin geçebileceği kadar geniş bir kapı değildir. Her arayanın aşacağı kadar kolay bir geçit değildir.hakkı istemede ‘ben yokum , yalnızca hak var’ diyenler sükuna varmışlardır. Ahlak bir işi işlemek gerektiği zaman şüphe ve tereddüt içinde kalmamak, vehimlerle, kararsızlıklarla gücünü tüketmektir. Tereddüt eden, vehim içinde kalan, sonunda o işi işlese bile bütün kuvvetini ve asilliğini kaybetmiş olacaktır. Ruhu sükuna ermeyenler, daima vehimler ve kararsızlıklar içinde kalacaklar, insanlığa örnek büyük bir hareket yapamayacaklardır. Kimse ruhundaki sükunu doğarken kazanmış değildir. O ne sarsıntılı buhranların, ne büyük fedayı nefislerin eseridir. Kaç yolcu yarı yolda kalmış, kaç arayan sükuna varmadan mahvolmuştur. Alem bir mertebeler düzenidir. Kimse ruhunda yükselme sevgisi ve birlik ihtirası ile doğmamıştır. Fakat arzuların beslenmesi nefse kuvvet vermiş ve nefsin kendi kendini aşarak seçkinleşmesi bizi ahlaki gayretlere götürmüştür. Birlik, oluş ve sükun, büyük bir iç savaşımın eseridir. Kimse peygamber doğmamıştır fakat peygamber olmuştur. Büyüklük varılan menzilde değil, çekilen mihnettedir. Birinci mertebe halk mertebesidir. Halk korku ile boyun eğer. Korku ahlakı cemiyet düzeninin ilk temelidir. Halkı seniniz. Zaaflarını, noksanlıklarını da seviniz. Ona daima şefkat ve ümitle bakınız. Çünkü halk çocuk gibidir. Halka vaat etmek, kuvvetli ve kısa söylemek, korku ile ümit arasında bırakmak lazımdır. İkinci mertebe vatandaş mertebesidir. Gelecekte çıkar arayan, daha üstün bir yer isteyen her insan, vatandaş mertebesine ulaşmıştır. Vatandaş gelecek ümidiyle toprağına bağlanan, daha güzel bir hayata erişmek için bugünün kahrına katlanandır. O, yarını beklediği için iyidir. Bu ümidi kırıldığı ve o yarın meydana çıkmadığı zaman, vatandaş faziletini kaybedecektir. Vatandaş ümit ile itaat eder. Takdir edilmek ve yükselmek ister. Vatandaş iyidir ve kendi ahlakı ile büyük iyilikler yapacaktır. Onu asla yerinden ayırmamak gerekir. Vatandaşa geniş ufuklar gösteriniz. Çünkü o daha mükemmel olmayı isteyecektir. Üçüncü mertebe, vatansever mertebesidir. Vatansever başını yere eğmemek için nefsini feda eder, takdir edilmek, ‘ne büyüktü’ denilmek için feragate katlanır. Kütlelerin başına geçmek, kütlelerin alkışıyla karşılanmak ister. Vatansever kendini hür zanneder, fakat o herkesten daha fazla kütle esiridir. Vatansevere karşı daima dost, daima sabırlı olunuz. Çünkü ruhunun tam olmayışını, yığınların takdiriyle doldurmaya muhtaçtır. O cahil gibidir ki, vatanseveri alkışlamak, telkinli ve derin söylemek, gururunu okşayarak kalbine hakim olmak lazımdır. Dördüncü mertebe, insanı vatansever mertebesidir. Her aklı ve dini olanı insan sanmayın. İnsan demek, ruhunda kudret olan ve aşk ahlakına yükselen demektir. İnsani vatansever, bütün mertebelerden birer birer geçerek aşk ahlakına ulaşmıştır. Eşyaya kendi hakikati içinden bakmış ‘taştan fazlasını asla taştan istememiş’ herkese kendi diliyle söylemiştir. Halka baba gibi sevginin ve acımanın şiddetiyle vaaz etmiştir. Nefsini fedayı telkin etmiştir. Sohbet insani vatanseverin dilidir. Sevgi ahlakına yükselenler arasında ancak dostluk ilişiği olabilir. Dışlarındaki hiçbir kuvvete, hiçbir var olana, hiçbir kütleye muhtaç olmadan kendi başlarına bir şahsiyet olanlardır. Alsa ‘bu benim beğendiğim harekettir’ demeyiniz. Fakat her harekete birlik yolunun bir basamağı diye bakınız. Adalet, her başa gücü yettiği kadar yük vermektir; kimseden, yapmasına imkan olmayan şeyi beklememektir. İçinde hürriyeti duymayana, zorla hür olacaksın dememektir. (çelişki var—ileri notlarda yazılı ‘halka rağmen halk için’ savunan kendisi; iki mantık yürütümü birbiri ile çelişiyor) Madem iyilik de kötülük de Allah’tandır, öyleyse niçin kötülüğü ayıplar ve günahları cezalandırır? Şeytan, adalete düzen verici olamaz. Çünkü noksandır ve noksan kalmaya mahkumdur. Kemalin ve birliğin zevkini tatmamıştır. Kalpsiz bir zekayla ve hissiz bir akılla kalmıştır. Yalnız insan adalete düzen verici olabilir. Çünkü onda birlik ve çokluk vardır. Noksandan kemale, sürekli bir ilerleme yoludur. Ruhu kudretli olan mutlaka doğru olacaktır. Doğru olan da mutlaka adil alacaktır. Adil olmak, insanları ahlaki mertebelere ayırmak, işleri ve vazifeleri bu mertebelere göre eşit olmayarak dağıtmaktır. Ahlakın birinci mertebesi eksiğini itiraf etmektir. Fazilet uğruna huzurunu terk etmeye menfaatini çiğnemeye katlanmayacağını ilan etmekten korkmamaktır. İşi ehline bırakmak ve sahte kahramanlık davasına kalkmamaktır. Siyaset meselesi Bütün faziletler adalette toplanacaktır. Züht, mümini Allah’a götürdüğü gibi, adalet de en büyük ideal olan insani hürlüğe götürecektir. İbadeti terk eden için nasıl din inancının yolu kapanmışsa adaleti terk eden için de hürriyet ve insanlığın yolu büsbütün kapanmıştır. Halk demek ayrı bir sınıf ve başka bir alem demek değildir. Halk bir mertebedir ki insan onunla yola çıkar. Bir basamaktır ki oradan olgunluğa yükselir. Halk demek şuursuz yığın demektir. Biz ona şuur vermek istiyoruz. Davamız halka rağmen yalnız halk içidir. Şuur irfan demektir. Nice alimler vardır, onlarda insanlık bilgisi doğmamıştır. Nice cahiller vardır ki aşkın sırrına ulaşmışlar ve hakikatin nerede olduğunu anlamışladır. (halkı küçümseyen, yanlış mantı yürütümü ve yine kendi içinde burada da çelişki var. Halk şuursuz ise nice cahilden nasıl olur da aşkın sırrına ulaşan çıkabilir?) Halk demek korku ahlakını daha aşamayan demektir. Alim veya cahil, zengin veya fakir, avam veya havas arasında irfana ermeyeler, yalnız korku ile iyi olanlar ve ruhlarında insanlık aşkı uyanmamış olanlar halktandır. (ruhlarında korku ile iyi olanlar halktandır diyor, halktır demiyor. Demek ki kabul göremeyen bir halk zaten var ve korku ile iyi olanlar da o halka dahil ediliyor.) Biz sahte sınıfları zihinlerde yıkarak, yerine insani mertebeleri kuracağız. Davamız halkın mertebesinden başlayarak onun oyuna ve kanaatine bakmadan, gözündeki bağları çözerek, onu hak yoluna çıkaracağız. (hiç kabul edilmeyecek bir düşünce tarzı) Eğer halktan ayrılırsak, yalnız halka hizmet içindir. ((hiç kabul edilmeyecek bir düşünce tarzı) İhtilal , bir devri tahrip etmek, yarının binasına temel olacak bir binayı kökünden yıkmaktır. İhtilal, ağacın köklerini kesmek fakat çiçek vermesin beklemektir. Benlik davasına kalkmak, kibir ve inadına kul olmaktır. İhtilala, birlik için ve hakikat aşkı için yapmayıp halkın beğenmesi ve kütlenin alkışı için yapmaktır. Noksanlığı doyurmak fakat kemale asla varamamaktır. İhtilal, çıkarı çiğnenmiş olan bir sınıfa çıkar sağlamaktır. Hotkamlığını tatmine fırsat bulamayanların eline fırsat düşürmek, kindarın öç almasına yardım etmek, ruhun büyük eserini şuursuz ve kişiliksiz kütlenin kör kuvveti için ve onun elinde feda etmektir. Eşya keyfimize göre değişmez. Terakki önceden belirlenemeyen mutlu arızaların eseri olup, bizzat eşyanın içindedir. Biz ancak gizili olanı meydan çıkarabiliriz. Biz tabiat alanında ne evrimci ne de ihtilalciyiz. Ne gökten maide gelmesini bekliyor ne de cenneti yeryüzüne indirdiğimizi iddia ediyoruz. Biz gerçekler arası çatışmadan doğan insanlığın ilerlemesini, yaratıcı ruhu aydınlığa çıkarmak, eşyanın düzeninde ona kendi kakını vermek istiyoruz. (biraz önce dediği ‘Davamız halkın mertebesinden başlayarak onun oyuna ve kanaatine bakmadan, gözündeki bağları çözerek, onu hak yoluna çıkaracağız.’ile çatışıyor. Onun katine ve oyuna bakmadan yaratıcı ruhu aydınlığa çıkarmak denen şey, evrimci ve ihtilacilik olmuyor mu?) İnsan hür doğmamıştır. İnsan zincirler içinde doğar fakat hayatı pahasına bu zincirleri kırarak en son ve en güç olan bu hürriyetine ulaşır. İnsanın kurtuluşu iç hürriyeti iledir. (insan iç dünyası konusunda haklı ama siyaset felsefesinde dedikleri buna uymuyor) Dostum bana diyor ki, neden bizde faziletli adam çıkmıyor? Halbuki bu insanların bir çoğu doğruluğa, cesarete, hakka, ahlak eylemine değer veren ve fazilete inanan adamalardır. Bunlarda eksik olan cesaret midir? Vatan sevgisi midir? Çünkü fedayı nefsi bütün değerlerin üstünde bir değer gibi gösteren iman doğmamıştır. Herkes huzur içinde yaşarken, kendi huzurunu eliyle bırakmayı telkin eden fikir gelmemiştir. (aslında bu sorunun cevabı bu değil ve cevabı biraz önce kendi verdi zaten. Şöyle demişti ‘İhtilal, ağacın köklerini kesmek fakat çiçek vermesin beklemektir’ dolayısıyla kökü kesilmiş bu ağacın çiçek vermesi için köklerini tekrar salması lazım ki bu da ancak zaman ve güçlü durmakla mümkün olacaktır. Kendini tekrar bulduğunda, çiçek vermeye, bizden de faziletli adam çıkmaya tekrar başlayacaktır, tıpkı binlerce yıldır bu topraklardan faziletli nice adamalar çıktığı gibi.)

3 yorum:

  1. Sayın Fulya Korkmaz,
    Sayın Ülgen"in bu özetini 1 veya en fazla 2 sayfa hâlinde özetler ve gönderirseniz, isminizi kaynak göstererek yazmakta olduğum MEDENİYET VE PEDAGOJİ TARİHİ adlı kitap serisinin 5. cildine alırım. 15-20 gün içinde yazarsanız, memnun olurum, çünkü artık sona yaklaştım. Yazarsanız, email adresime gönderiniz. İyi günler dilerim. Dr. Nusret Alperen nusretalperen1944@gmail.com

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sayin Nusret Alperen

      Yazinizi yeni okudum. Kusura bakmayin. Sanirim gec kalmis oldum. Zaten su anda kitaplar farkli bir mekanda. Size basarilar dilerim

      Sil
    2. Siz bu özeti 2012 de yazmışsınız ben 2021 Haziranında okuyorum
      Emeğinize yüreğinize sağlık
      inşaallah bu güzel öğretilerle örülmüş bir hayat sürmüş olmanızı temenni ederim H.İbrahim SANDIKLI

      Sil