24 Temmuz 2012 Salı
GÜZEL İNSAN MODELİ
GÜZEL İNSAN MODELİ—PROF. NEVZAT TARHAN
Burada önemli olan, benimsediğimiz değerlerin biyolojik çıkarlarımızla örtüşüyor olmasıdır. Eğer kişi kendine aykırı bir değer benimsemişse, kendi içinde çatışma yaşar.
Bir insana kendi iyiliği için acı çekeceği şeyler yaşatmak doğru gibi görünse de, iyiliğin aracı olarak ıstırabın seçilmiş olması, aslında doğru bir yöntem değildir.
Değerler evrensel ve kültürel olarak ikiye ayrılır
İnsanın değerlerini belirleyen en önemli şey düşünce kalıplarıdır. Düşünce kalıpları, kazanılmış bilgilerden oluşur. Düşünce kalıpları beyne program yazmak gibidir.
Bir kişinin şahsiyetini oluşturan üç temel vardır. Bunlardan birincisi, sorun çözme stili; ikincisi, iletişim tarzı; üçüncüsü, düşünce biçimidir.
İnsan olgunlaştıkça ve kendini geliştirdikçe benimsediği değerlerde bir kayma oluşsa da kendi sistemi içersinde bu duruma bir çözüm bulacaktır. Bunun için insanın kendini geliştirebilmesi ve bildiklerini yenilemeye çalışması çok önemlidir. Duygusal zeka kavramı, değerlerin terk edilmesi sonucu oluşan boşluğun fark edilmesiyle ortaya çıkmıştır. İnsanın kendisini yenileyebilmesi, önem verdiği değerleri yaşatmasıyla ilgilidir. Erdemlere dayanmadan yaşayan insanlar, belki çok başarılı olacaklardır ama çok da yalnız kalacaklardır.
Kişinin başkasından zarar görmesi ancak o kişinin karşısındakine psikolojik izin vermesiyle mümkün olur.
Sorumluluk duygusu, kişinin hedef piramidini belirlemesinde ve bu hedefleri gerçekleştirmesinde kilit duygulardan birisidir. Hedef piramidi, hayatımızdaki işlerin önem ve önceliklerini tayin etmemize yarar. Osmanlı’da buna ‘ehemle mühimi ayırmak’ derler.
AŞK AHLAKI
AŞK AHLAKI—PROF. HİLMİ ZİYA ÜLKEN
BAŞ
İnsan zincirler içinde uyanır; fakat kendi çabalarıyla bu zincirleri birer birer kırarak, büyük emekler ve kurbanlar karşılığında hürriyetini kazanır. İnsan toplumun pasif unsuru olarak doğar; fakat hayatın direnme ve tepkileriyle gittikçe daha fazla bir kişi olmaya ve iç hürriyetini kazanmaya başlar.
Hakikat türlü türlü görünen gerçeklerde görünen birliktedir. Birlik, külli olan tabiattır ve tabiat, art arda yeni gerçekler, yeni görünüşler halinde zuhur eder. İnsanın cemiyet içinde uyanıp, zincirlerini kırmasından, uzviyetin cemiyetle çarpışmasından, meyillerin kolektif baskı ile karşılıklı bir etkiler silsilesi doğurmasından, yepyeni bir gerçek ola ruh alemi ve ruhun hürriyeti meydana gelir. Şu halde ruh, cemiyete göre önceki değil, sonraki bir alemdir.
Cemiyet vardır, ruh bağımsızlığının alameti bile yoktur. Cemiyet vardır, içinde bütün fertleri birer kişi olmuş, kütlenin kör kuvveti üstüne yükselmiştir.
Kimseye hürriyet vermekten bahsedilemez ve hiçbir cemiyete hürriyet bahşedilmez. Çünkü hür kişilere sahip olmayan, iç hürriyet kazanmamış olan bir cemiyete hürriyet vermek, küçük bir çocuğun eline nazik bir alet ve tehlikeli bir silah vermek gibidir.
Ruhun hürriyeti, arzuları öldürmek değil, onları olağanüstü geliştirmekle kazanılır.
İhtiras ruhun bir konuya kulluğu değil, tam tersine bütün kudretinin bir konu üzerine yoğunlaşması, zeka ve iradesinin en şiddetli, en yoğun bir hal alması demektir. Biz arzularımızı, ruhumuzun kudretini bir hedefe kutuplaştırarak onu elde etmeye çalışacak yerde, bu hedef arzularımızı hapseder, bize rağmen bizi kendine bağlarsa bu tutku değil, düşkünlük olur. Düşkünlük, arzularımızın ya uzviyet ya cemiyete esir olması demektir. Her düşkünlük bir mahkumluktur; kumar, içki, siyaset ve söz düşkünlüğü gibi. Fakat her tutku bir hakimiyettir; hakimiyet, ahlak, siyaset, sanat tutkuları gibi. Ruh ancak tutkunluk halindedir ki faal ve yaratıcı olmuş, hem ortama karşı hürlüğünü kazanmış hem de yeni bir gerçek olmuş, varlığın yeni bir görünüşü derecesine yükselmiştir. Çünkü tutku ve kişilik halinde ruh ne maddenin ne cemiyetin kanunlarına bağlıdır, başlı başına ir alemdir. Tabiat tutku ile sırlarını insana açar ve birlik ancak ihtiras ile tamam olur. Onu kaldırınca tabiat karanlıkta kaldığı gibi, insan da dış kaderin kör kuvveti elinde ezilir.
Madem ki ruh bir gerçektir, öyleyse onu eşyayı görür gibi görmek lazımdır. Ruhu eşya gibi hakikat olarak görmek, bilinmeze ve sırlara asla kapılmamak, daima aydınlığa, açıklığa doğru gitmek demektir. Gelişme müphemden ve belirsizden, belirliye ve aydınlığa doğru gitmek demektir.
Fikir insanın filer geçmesi ve fiilin mutlaka fikirden kuvvet almasıdır. Bütün ülküler (idealler), hedefi insanlık olan bütün büyük eylemler tutkunun ve sevgini (aşkın) eseridirler. İhtiras imanı eşyaya indirmek ve ideal arkasından hakikati görerek koşmaktır. Biz eskiden beri her yerde büyük fikir yapılarını kitap sahifelerinde bırakan tembel düşünürlerle hiçbir ideale bağlanmayan, kör fiilden başka düstur tanımayan devlet adamlarını görmeye alışkınız.
Fakat bizim hiç görmediğimiz, hiç alışkın olmadığımız bir örneği varsa, o da ihtirasın ve aşkın kudretiyle ilmini iman haline koyan, fikri fiille birleştiren, davasının götürdüğü ahlakı ve siyasi neticelere kadar inmek cüretini gösteren insandır. İşte biz bu insanı arıyoruz ve bütün davamız yarının cemiyetinde, her gün daha fazla bu insana doğru yürümektir.
İnsan (ruh ve beden) meselesi
Sokrates ‘ kendi kendini tanı’ (Delphi tapınağının kapısındaki yazı)
Halkın anlayışı farz eder ki fikirleri beslemekle insana ulaşmak kabildir. Ne hoş rüya! Ruh ve beden ağacının dallarından koparılan fikir çiçeği hiçbir toprakta yaşamaz. Bize gaye ve tatmin nedir bilmeyen arzular, yani ihtiraslarla beslenen ruh lazım; bu ruh konusuna sonsuzca susamıştır. Bu ruh içten, sürekli ‘sevinç’ denen bir duygu halinin kaynağıdır.
Ruhun mutlak hürlüğü arzuların sonsuz olması iledir.
Eskiler, ruhun terbiyesi arzuları öldürmektedir zannederler ve aşağı arzuları hapsederek, ruhu bir zindan mahkumu haline getirirlerdi.
Ben diyorum ki, ruh sürekli bir terakkiye elverişlidir. Yalnız onu hareket ve faaliyete getirilmesini, sonsuz şevkle aranan konular yaratmasını ve asıl, kendine bakmasını, eşyadan kendine dönmesini bilmek gerek! Bunları yapan insan ruhu kudretlidir.
Hakikatlerin hakikati insanın hakikatidir: saraylar, abideler, ilimler ve felsefeler, dinler ve ahretler onun içindir.
Herkese kendi alıştığı dille hitap edelim. Hiç kimseyi yabancı hakikatlerle karıştırmayalım. Onlara şuurlarının altında uyuyan hazineyi meydana çıkarmaları için yardım etmekten başka bir şey yapmayalım. Seninle ruhun hakikatini bulalım.
Asıl mesele onu bulmakta, bulamayana yardım etmekte, zayıflara cesaret vermekte, inat edenden ümit kesmemekte, yoktur diyenlere, bir gün bulacaksın demek değil midir?
Bir yapı kurmak için mimar toprağın sağlam olup olmadığını düşünüyor da, neden bir fikir binası kurmak için onun temelleri olan insan ruhları ve bedenlerinin metinliğine bakmayalım? Fikirler, teşkilatlar, idealler, partiler, siyasetler, onun üzerine kurulur ve ona dayanır.
Gafil der ki, teşkilat ruha kuvvet verir ve servet, teşkilatları icat eder. Ben derim ki, hazineler ruh kudretinin eseridir. Ve hangi kalbi kararmış Karun teşkilat yapmıştır, hangi teşkilat ruhsuzlara ahlaksızlara ahlak bahşetmiştir? Kanunların bazı topraklarda mesut, bazı topraklarda berbat olması bundandır.
İnsandan ihtirası kaldırınız; maddenin, tabiatın, hayat ve cemiyetin manası hemen değişecektir.
Kendinize bakın! Bakışınızı derinlere götürdükçe, sizde birleşen bu alemler safha safha sırlarını açacaklardır. Size ait olmayan şeyleri sahiplerine iade ediniz. Göreceksiniz ve bulacaksınız ki, siz onların bittiği yerde başlıyorsunuz. Ve onları kendinizde öldürdükten sonra yaşıyorsunuz; sizde nihayetsiz bir hazine var.
Spinoza
Etika IV bölüm: insanlığın köleliği ve duyguların kuvvetlerine dair
‘insanın kendi duygularını yönetmedeki güçsüzlüğüne kölelik diyorum’
‘iyi veya kötüye gelince, onlar düşünce tarzlarında ve kullandığımız kavramlardan başka bir şey değildirler. Bundan dolayı, hem iyi hem kötü hem de ilgisiz olabilir.
Etika III bölüm: passion’ların kökü ve tabiat üzerine
Önerme XLII--‘bir kimse sevgi ve şeref ümidiyle sürüklenerek birisine iyilik yaparsa, yaptığı iyiliğin nankörlükle karşılandığını görünce kederlenecektir.’
Önerme XLIII—‘kin karşı bir kin yüzünden artmıştır ve tersine, sevgi ile yok edilmiş ve ortadan kaldırmıştır.’
Önerme XLIV—‘sevginin büsbütün yendiği kin, sevgi halini alır ve sevgi, bu sebepten, kendinden çnc kin bulunmayan sevgiden daha büyük olur’
Önerme XXII—‘gurur, insanın kendi hakkında, olduğundan daha üstün değer vermesi halidir’
Ve ihtiraslarınız hepinizde başka türlü birleşerek sizi birbirinizden ayırır.
İki sultana birden kulluk edilemez. Ya madde ya ruha kulluk ediniz.
Ruh bedenle birdir, beden ruhsuz bir hayal, maddesiz mana bir vehimdir.
Ruhta batın, esrar ve karanlık yoktur. O zahirin, açıklığın ve aydınlığın en olgun halidir. Biz ruh iledir k alemin karanlık, gizli ve müphemini meydan çıkarıyoruz. Ruh iledir ki perişanşığa düzen ve karanlığa ışık getiriyoruz. Ruh alemin aynasıdır. Hakikat ruhta ve ruh her yerdedir.
Sevinç ve sevgi ruhun iki kanadıdır. Bunlar ona kuvvet, sonsuz olan akışına hız verir.
Aşk ise kemale gelmiş bir ihtirastır. Kabuklarından ayıklanmış bir çekirdektir.
Can sıkıntısı, sevgisini ve içten sevincini kaybeden bir kimsenin kabusudur.
Ruhunuzu terbiye ediniz derken, ona baskı yapınız, onu daraltınız, ona zulmediniz demiyorum. Fakat ona sonsuz hamleler verin; öyle uçsuz bucaksız emeller arkasından onu koşturun ki küçüklükler ve bayağılıkla ondan uzak kalsın diyorum.
Yolunu arayan, ebedi sağlığı bulmak için hasta olmuştur. Ölüler gibi durgun ve emelsiz kalmaktansa ‘inanmak’ ihtiyacıyla yanmayı tercih etmiştir. O hakikaten hastadır; onda can sıkıntısı ve durgunluk ezası yerine eksikliğin ve yetmezliğin azabı geçmiştir.
O, her an daha fazla istediği ve hiçbir zaman halinden memnun olmadığı için, günün azabını, yarının hayalleri ile doldurmaktadır.
O, inanmak ihtiyacıyla, kendi hülyalarına hakikat diye bakmış ve mevhumelerini dışta göremeye başlamıştır. Sonunda o, eliyle yaptığı puta tapmış, kendini dev aynasında şişirilmiş ve büyültülmüş olarak görmeye varmıştır. O, inanmak ihtiyacıyla, hayallere ve mevhumelere inanmış, Nemrut ve firavun gibi kibir ve kibrin en zavallı şekline kadar alçalmıştır.
Eğer o bunları yaptıysa, kabahat kimde? Ruhundaki boşluğu doldurmaya ihtiyacı varken biz ona rehber olmasaydı, ona karanlıkta ışık göstermediysek, kusur kimde?
Ben oyum, demeyiniz; fakat ben ondayım deyiniz! Ben kudretliyim demeyiniz, fakat bende ruhun iktidarı var deyiniz. Çünkü nihayetsiz iştiyakları uyandıran siz değilsiniz; hakikaten ruhun iktidarıdır. Benliği aradan kaldırınız. Gururunuz, övünmeniz, bencilliğiniz eşya ile aranızda perdedir.
İhtiras, gaye ve tatmin aramamaktır. Ve aşk, tatminsizliği sevmektir, halinden memnun olmaktır.
İhtiras, seçme hürlüğü denen küçük iradeyi terk etmektir. Ve aşk, beden ve ruhun kudretine bağlanmaktır. İhtiras, iç alemimizin kaderidir. Ve aşk, bu kadere inanıştır.
İyilik, zıtları ve parçaları, yalanı ve hastalığı aşan birliğin gerçekleşmesidir. Kötülük ise, eksik olmaktır. Karanlıkta ve müphemde kalmaktır; tamlığa erişememektir.
Çünkü ruhun arınması kendi içinde olup, bitecek bir şeydir. Bir insanın iç alemini temizlemek istediğimiz zaman da, ona kendisine bakmasını ve kendine telkin yapmasını öğretmemiz yetecektir. Aradığımız asillik ve temizlik fikri, yalnız şartlarını hazırlamakla yol arayanın ruhunda yerleşecek, yayılacak, ona hakim olacaktır.
Yolunu arayanın kendine yapacağı ilk telkin, her türlü devamlı çalışmadan zevk almak; dinlenme, eğlence ve çalışma zamanlarını düzenlene koymak telkini olacaktır. O hakikaten yavaş yavaş boş durmaktan azap duyacak, sonunda o, çalışmalarına, eğlencelerine, dinlenmelerine ayırdığı vakitlerin düzenliliğiyle hiçbir yorgunluk ve neşesizlik duymayacaktır. Yolunu arayan, bu telkinleri her gün, çevrenin gürültülü ve dağıtıcı etkilerinden en uzak olduğu uyuma ve uyanma saatlerinde, kendisine çekildiği zaman yapacaktır.
Kendimize teklif edeceğimi telkinlerden biri de halinden memnun olmaktır. O rahatsızım, daha iyi bir hayat istiyorum demeyecek; belki o, yaşamımdan memnunum, mutluluk duyuyorum, her gün daha iyi oluyorum ve ileride daha iyi olacağım diyecektir.
Üst alemi yeryüzüne indiren, her şeyde her yerde birliğin tecellisini görecektir.
Halini hoş görmek, asla arzularından vazgeçmek değildir. Bir hırka, bir lokmaya razı olmak, dünyanda vazgeçmek, kadere ve kazaya razı olmak demek değildir. Çünkü kadere teslim olan kendine dönmemiştir; ruhunun kudretini görmemiştir. Çokluk ve değişiklik cehenneminde yorulmadan, birliğe erdim diyen Hakkı ve birliği büsbütün kaybetmiştir. Olgun insan, dünyaya aşık olandır.
İstemek hiçbir şey değildir. Fakat kuvvetle düşünmek muktedir olmaktır. Çünkü güçlü olan biz değiliz, zihnimizin düşünceden ibaret olan iktidarıdır.
Hayvan yularından çekilir, insan gözünde, kulağında çekilir. Bizim kadar aldanmaya hazır yaratık var mı? Yüzümüze gülenleri dost sanırız, kulağımıza gelen sözlere hemen inanırız. Etrafımızı dalkavuklar sarınca, kendimizi dev aynasında göremeye başlarız. Artık bu hal ile bizde sağduyu mu kalır? Gözümüzü benlik perdesi bürüyerek, kibir ve nahvetten her şeyin ve herkesin üstünde olduğumuzu zannettikten sonra nasıl olur da eşyayı olduğu gibi görebilir ve hakikati tanıyabiliriz?
Eğer insan tanımıyorsak, değerli insanları ayıramıyorsak, kurmak istediğimiz ahlak ve siyaset binasının akibeti bir gün hatadan bir yapı iskelesi gibi devrilip gitmek olacaktır.
Size teklif edeceğim telkinlerden bir de sukün ve sabır telkinidir. Hedefe bir an önce varmak için çırpınmayınız, telaş etmeyiniz. Vakaların aksi neticelerinden yeise düşerek heyecana kapılmayınız.
Sabır, kendini yenmek, nefsini öldürmek demek değildir. Sabır içindeki kuvvetle vakıalara hükmetmek ve onları aşmak, vakıaları arkasında bırakmak demektir. Sabretmek, vakıaların önünde yenilmemek, eksikliğe acımamak ve affetmektir. Sabreden sonucu bekleyecek, hedefine adım adım yürüyecek, telaşa düşmeyecek.
Size söylenen sözü sonuna kadar dinleyiniz. Onu söyleyen düşmanınız yada dostunuz, söylediği size uygun veya aykırı olsun. Sabrediniz ve onu sonuna kadar dinleyiniz. Çünkü her söz, tam veya eksik, hakikattir.
Size çevrilen silahlardan irkilmeyiniz. Hücum eden kuvvetinizden korkanlardır ve sizi tenkit edenler cüretinizde tehlike görenlerdir. Sabrediniz, çünkü korkan geri dönecek ve tehlike gören vazgeçecektir.
Hatayı kendinizde bulmaya alışınız. Çünkü insan içini temizlemedikçe noksandır. Bu yüzden bütün alemi eksik görmeye meyleder. Her şeyde hata bularak, gözümüze öyle bir perde çekeriz ki, akibet hayatın kaynağı olan kendimize bakma gücünü kaybederiz. Kendine bakmak, eksiğini görmek, mesafe ne kadar büyük olursa olsun yanlışını anladığı yerden geri dönmek faziletlerin en büyüğüdür.
Kendine bakan eksiğini görecektir. Eksiğini gören her gün tam olmaya biraz daha yaklaşacaktır. Düşkünlüklerine kul olan, gururu kendine bakmasına engel olan eksiğini göremeyecektir.
Çevresine kul olmak, aşk için yapmayıp, halk istediği için yapmaktır. İhtirasının emrettiği şeyi, beğenilmemek ve tenkit edilmek korkusuyla yapmaktan çekinmektir. Ne derler diyen, ne dediğini bilmeyendir.
Asla korktuğunuz ve ümit ettiğiniz için yapmayınız. Yalnız sevdiğiniz için yapınız.
İhtirası, cüreti ve aşkı olmayanların boş itirazları arasında ruhunuzun bütün saflığı ile geçin.
Şöhret ve unvanınızın , makam ve rütbenizin geri alınması tehdidinden korkmayınız. Çünkü hakiki şöhret yalnız ruhun iktidarının şöhretidir ve onu hangi türedi vermiştir ki sizden geri alabilsin? Ruhunuzun makamı büyük ruhlar arasında iken unvanın ve rütbenin ne kıymeti var? Belki onları terk etmek kudretinizin delilidir.
Büyük insanı tanımak istiyorsanız, kastınız basit bir görünüş altında zengin bir hazineyi meydan çıkarmaksa, parlak söze değil, feda edilmiş hayata bakınız.
Dostlarınıza karşı zekanızı kullanmayınız. Fakat bütün ruhunuzla hitap ediniz. Ruhun bu zehirli silahını yalnız madde ve tabiat için saklayınız. Biliniz ki zeki görünmek emeli kibir ve nahvetinizi artıracaktır. Yine biliniz ki zırhlarına bürünen silahşor, kuvvetine güvenmeyendir.
Ahlak (eylem) meselesi
Ruhunda hareket ihtiyacı olan boş durmayacaktır. İmana susamış olan inanacaktır. O bir iş bulacak, yoktan yere kendine mevzu çıkaracak ve asla can sıkıntısında, boşluktan şikayet etmeyecektir. Kendine bir rehber ve mürşit bulacak, bir fikir arkasından koşacak, mutlaka inanacaktır.
Asla inanmayanlar, fikre köle olup, körü körüne sürüklenenler gibi, biliniz ki hasta insanlardır. Ruhlarındaki azabı insanlara hücum ile örteceklerdir. Yazık o insanlara ki, kuru bir cehennemi yeryüzüne indireceklerdir.
İlimle imanı ayıran, ruhunu parçalara bölecektir. İlimle , inancı birleştirense hakikate ulaşacaktır. Arif hakka ulaşandır. Akıl ile duyguyu birleştirendir. İlimle imanı uzlaştırandır.
Siz bir kere hakkı isteyiniz, er geç yolunuzda o sizin karşınıza çıkacaktır. İçinize ateş düştüğü vakit onu arayıp, bulacaksınız.
Ey terk edilmiş, ey kırılmışlar, şefkat aradınız fakat sizde cefanın hıncı var. Dostluk beklediniz, sizde ihanet azabı var. Siz ezilenler ve ezenlersiniz. Siz kahredilen ve kahredenlersiniz. Ve siz zulme uğradığı için zulmedenlersiniz. Kırıldığı için kırmak isteyenlersiniz.
Yalnızlığın ıstırabını duyanlara acıyınız. Çükü onlar hakikaten acınmaya layıktır.
Ha insanda zuhur edecektir; çünkü insan, olan değil, olması gerekendir. Gerçek değil, idealdir. İnsanlık şimdi bu anda yoktur ancak olmaktadır ve olacaktır. İnsan bir kemal değildir ancak bir varoluş ve oluştur.
Ruh tıpkı enerji gibi, hayat gibi bir faaliyet ve gerçektir. Sonsuz oluş halindeki varlığın bir cüzüdür. Ruh varlığında habersiz bir ışık değildir. Ruh bir ayna ve bir akis değildir. Eşya ile kendisinden ibaret birliğin şuurudur. Eğer biz çok defa kendimize dönemiyorsak ve her şeyi bildiğimiz halde yalnız kendimizden habersizsek, bunun sebebini dışımızda aramayalım. Düşkünlüklerine ve kuruntularına esir olan asla kendini varlık gibi göremeyecektir. Günün ayrıntılarına bağlı kalan, kendini onların içinde kaybedecektir.
Nefsine hükmetmesini bilen, cihana hakim olacaktır. Nefsine hükmetmek, asla arzularına zincir vurmak ve kendini cebretmek değildir. Böyle yapan, içindeki gücü öldürecek ve bedbaht olacaktır.
Korku üzerine kurulmuş ahlak olmaz. Cehennem korkusu ve kılıç korkusu, Allah korkusu ve kanun korkusu eğer bizi düzeltecekse, bu düzelmenin gözümde hiçbir değeri ve insani ahlak ile bir münasebeti yoktur. Dışımızdan gelen bir emre boyun eğmek ve bağlanmak üzerine kurulmuş ahlak olamaz. Bilmediğiniz bir yerden, bilinmezden ve sırlardan gelen bir emre baş eğen ahlak olamaz. Çünkü kişiliğini kaybetmek, sırlara ve bilmeceye karşı, vahşiler ve çocuklar gibi, korku ile karışık saygı ve çekinme duymaktır.
Yalan insan iradesinin eseri değildir. Yalan bir gerçektir. Tabiatın çokluk halinde bir buhranıdır. Eşya gibi, ruh gibi bir gerçektir.
Korku, parçanın bütünden habersiz olması demektir. Kendini aşmayı, defayı bilmemesi demektir. Birlikten gafil olması, benlik davasında vazgeçmesi demektir.
Uzviyet ahlakı; tek, basit ve arkaik olan toplumlara özel bir ahlaktır. Desinler ahlakı; riyakar, bencil ve çıkar düşkünü bir ahlaktır. Uzviyet ahlakı, uzviyete esirdir. Desinler ahlakı, örf ve adete esirdir.
Ruhunda hürriyet olmayan, kötülük yapmasa da, kötülüğe alet olur.
Kant’ın adetler metafiziğinin temelleri esirinden bir parça: ‘ alemde, hatta alemin dışında mutlak olarak iyi diye kabul edilmesi mümkün biricik şey, İYİ NİYETdir. Güçlülük , servet, sosyal mevki, hatta sağlık, refah ve mutluluk adı verilen halinden memnun olmak, bu kazançların ruh üzerinde etkisini evrensel amaçlara çevirecek ve düzeltecek olan iyi niyet olmadığı takdirde, böbürlenme halini alan kötü bir kendine güvenmeye çevirebilir’
Evrensellik ilkesi, insanı dinlerin, büyük filozofların, bilginlerin, büyük sanatçıların, ve yaratıcı alimlerin, nihayet eşyayı tanıyan ve alet yapanların, zanaatçıların düsturudur. Evrensellik.
Hakikat ihtirası, hakkı hak için istemektir. Geçilen yol bütün bir ömre mal olsa bile, yanlış olduğu anlaşıldığı anda, ilk menzile dönebilmektir. Yanlış üzerinde asla inat etmemektir. Hakikat uğruna gururu, şöhretini, ümidini ve menfaatini terk etmektir.eşyayı olduğu gibi kabul etmektir.
Peygamberler bize ruhun ve eşyanın hakikatinden bahsettiler. Gözümüzdeki perdeyi kaldırdılar. Filozoflar, cüretle, tümellik alemine girdiler.
Peygamberlerin bize haber verdiği bu alemden daha ayrıntılı, daha derin bahsettiler. Bize insanlığımızı öğrettiler.
Korkarak iş yapan, ümit ettiği ve takdir beklediği için çalışan, işine kul olandır. Kölelik zincirini eliyle boynuna geçirendir. Ancak sevdiği için çalışan işinin efendisidir.
İşçiler cemiyetin efendisidir. Gelecek insanlığın direkleri onların omuzlarında duruyor. Kol işçileri ve fikir işçileri, el işçileri ve dil işçileri hangi meslekte, hangi zümrede, hangi toprakta ve hangi dilde olursa olsun hürriyete ulaşan, şahsiyet olan, insanlığa temel kuran insanlardır. İş onların omzunda yük, başında kabus ve dilinde şikayet değildir. Fakat iş onların kalbinde sevgidir ve dilinde memnunluktur.
İşine ihtirasla, seviçle sarılan, ruhun hürriyetinde yeni bir merhaleye varmıştır.
İşçi yapıcı, yaratıcıdır. Çırak olsun usta olsun yaptığı, insanlığa katılmış değerdir.
İş ihtirasının verdiği üçüncü fazilet, güçlü olmak, beklemek ve direnmektir.
Sonsuzca isteyen, hakikaten her halde ve daima bir şeyler elde edecek; sınırlı isteyen telaş edecek, şaşıracak, beklemenin azabı içinde buhranlar geçirecek ve bir gün küçük ve yakın hedeflere ulaşınca ‘beklediğim bu muydu?’ diye hayal kırıklığına uğrayacaktır.
Tesit etme sevgisi, ruhun kendi kendini dışında tamamlamak için yaptığı olgun halde bir gayrettir. İnsanın kendini aşması ve insanlara tesir etmesi için enginlere açılmasıdır.
Tesir etme sevgisi peygamberlerin, hakimlerin, filozofların sevgisidir. Büyük telkin adamları ve hatiplerin sevgisidir. Tesir aşkı, insanlık uğruna kendini feda eden, dehrin belasını kabul eden insanların sevgisidir. Büyük insan yalnız hakikati gören ve yolun cefasına katlanan değildir. Hakikati fiil haline koyan ve hakikat uğruna kendini ateşe atmaktan ve çarmıha gerilmekten zevk duyan insandır.
İş ihtirası bize kendinden geçmeyi öğretti. Kendimizden geçmeyi ve hedefimiz içinde kendimizi unutmayı öğretti. Tesir etme aşkı bize kendini feda etmeyi öğretecektir.
Tesir aşkı, hakikat zaferine ulaşmak için kendini aradan silmektir. Dahi kendini aradan silerek, eserleriyle devam edendir. Ölerek yaşayandır. İnsan, tesit etme sevgisiyle iradeli ve aktif (faal) olmuştur. Faal olmakla ruhu hürriyet kazanmıştır.
Tesir aşkının kazandırdığı birinci fazilet yaratıcılığıdır. Artık insan yalnız arayan ve bilen değildir. Fakat bildiğini yayan, kabul ettiren, hakikat imanını kurmak için gerçeğin üstüne yükselendir. İkinci fazilet, alçakgönüllülüktür. Benlik davasından vazgeçmek, alçak gönüllülüğe erişmek gerekir. Üçüncü fazilet, kızmamak, kırılmamak, kin beslememektir. Her şeyde aynı fikir tecellisini bulmak gerektir.
Kızmak, fikri bir kale içine hapsetmektir. Kırılmak birlikten gafil olmaktır. Kin beslemek Don Kişot’un değirmene hücumu gibi hayali bir kuvvete hücum etmek ve iyiliğin dışında kötülük farz etmektir. Ve noksanlığa karşı kızmak kırılmak ve kin beslemek boşuna ve manasızdır. Kızmak ve kırılmak; kendi içine hapsolup, tesir kuvvetini büsbütün kaybetmektir.
Tesir aşkının bize verdiği son ve en büyük fazilet, nefsi feda etmektir.
Hakikat bizdedir, eşyadadır ve böyle olduğu için olan ve mutlaktır. Fakat sonsuz aleme karşı açlığımızla hakikat değişmeyecek, biteviye ilerleyecektir.
Açıklık ihtirası, peygamberlerin ve hakimlerin baş tacıdır. İnsanlık kahramanlarının, büyük insanların faziletidir. Hayatı karanlıktan, gizliden ve sırlardan kurtarandır.
Bize korktuğu ve ümit ettiği için değil, kibrinden, övünmesinden ve kimseye boyun eğmediğinden değil, fakat yalnız açıklık ihtirasıyla, aydınlık sevgisiyle doğru olan insan gerek.
Beni İsrail peygamberleri gibi kavminizi kötülemeyiniz: üzerine göğün belalarını davet etmeyiniz. Fakat yalnız hakikati gösteriniz ve doğru yoldan bahsediniz. Kimsenin kusurunu yüzüne vurmayınız. Ona yalnız iyi olmanın çarelerini söyleyin: asla sizde kötülük var, ruhunuz eksiklerle dolu demeyiniz.
Ahlak alemi, ideal olan insanlık alemi ile gerçek olan ruh aleminin temasa geldiği yerdir. Ruhun ideale (ülküye) susamış olduğu, bütün gayretini oraya ulaşmak için sarf ettiği yerdir. Ahlak alemi, ruhun arınmış, üstün bir hedefe çevrilmiş, olan fiillerinin alemidir. Orada yalnız hedefler ve fiiller vardır.
Birinci hedef, birliktir. İkinci hedef, kendine yetmedir. Hedefi sonsuz olacak ve orada bütün eksiklikler birbirlerini tamamlayacak, iyilik eşyaya hakim olacaktır. Üçüncü hedef, sükundur. Ruh tamamlığın verdiği mutlak bir sükun ve rahatlığa kavuşacaktır. Dördüncü hedef, mertebedir. Bir mertebeden ötekine geçmeyi daima mümkün görecektir. Beşinci hedef, adalettir. Gerçeğin düzenine ve ruhun mertebelerine uygun hareket etmektir. İnsan hedefle birlikten yine çokluğa, kendine yetmekten eksikliğe inecek, ideali sakat gerekle temasa geçecektir.
Birlik eşyada fark görmemektir. Bütün insanlara bir gözle bakmaktır. Zıt olan şeyleri düşman değil, fakat birbirini tamamlayan parçalar gibi kabul etmektir.
Biz vatansever olduğumuz için, insanlığa hak kazandığımızı değil, fakat yalnız insanlığı ve hürlüğü sevdiğimiz için vatansever olduğumuzu ve bağımsızlığa hak kazandığımızı iddia ediyoruz. Asla vatanı insanlık için son menzil saymıyoruz.
Haydut sosyal zaruretler elinde oyuncaktır. Hilekar biyo-sosyolojik determinizmin aletidir. Tabiat onlara bu rolü vermeseydi, ruhun ihtirası ve aşkı nereden çıkacaktı: eşyanın iç hamlesinden doğan birlik nasıl vücut bulacaktı?
Tabiatın salgın ve ıstırap şeklinde bir eksikliği olmasaydı, onu tamir etmek için büyük çabalar doğmayacak ve tabiat körlük olarak kalacaktı. Ruhun yalan şeklinde bir eksikliği bulunmasaydı, onu ortadan kaldırıp, ruh ile tabiatı birlik haline getiren aşk ahlakı olmayacaktı. Ruh kaderin elinde oyuncak ve kör bir kuvvet olarak kalacaktı. İyiliğin karşısında, ona düşman bir kuvvet gibi asla kötülük yoktur. Fakat sonsuz varlığın tamlığı ve ideal olan iyiliğin karşısında yalnız eksik olan kötülük vardır. Tamlık aşkı, eksiği bilmek ve olgunluğu istemektir. Kötülüğün eksiklik olduğunu bilmek, bütünlüğü ve iyiliği aramaktır. Eksiği tamamlamaya çalışmak, fakat ona, bir düşman kalesine yürür gibi hücum etmemektir.
Tabiatı kör darbeleri karşısında dehşet duymamak, ruhun kötülüğü önünde öfkelenmemek, kötülüğe kızmamak fakat noksanlığı, sakatlığı meydana koyarak, onları güneş altındaki buz parçaları gibi dağıtmaktır.
Fenalığa kızmamak, kırılmamak; kötülüğe kin ve öç duygusu ile hücum etmemek, aşk ahlakının ne büyük kaidesidir. Kötülüğü eksiklik diye görmek, birliğin ve tamlığın içinde onu eritmek, kudret ahlakının düsturudur.
Zulme uğrayan ve kin besleyenlerin, ezilen öç almak isteyenlerin ahlakı, yeni kinler doğurmaktan ve yeni intikamlara zemin olmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Bize birlik ahlakı, aşk ahlakı gerek. Kötülüğün eksiklik olduğunu bilen, onu düzeltmek isteyen, zararı önünde tedbir alan ileri ahlak gerek.
Kötülüğe karşı şiddetle savaş, insanlığa veda etmektir. Kötülüğe karşı şiddetsizlikle savaş, aşılacak köprüyü yıkmaktır. Kin değil, şiddet değil, fakat biz kinsiz şiddet, sevginin şiddetini istiyoruz.
Birliğe aşık olan, eksikliği ve eksiklikleri de sevecektir.
Sükuna eren, kimsenin işinde gözü olmayan ve kimsenin çabasını hor görmeyendir. Sükuna ulaşan, zaafların imtihanlarında birer birer ruhun buhranlarını aşandır. Cehennemden geçerek cennete vardığı için yanmanın, azap çekmenin ne olduğunu bilendir. Çokluğun mihnetini çektikten sonra birliğe kavuştuğu için, çokluk içinde yolunu şaşırmanın, perişan olmanın derdini duyandır. Sükuna ulaşan, sükunsuzluğun azabını anlayan ve zayıfları hoş görendir. Sükunsuzlukta kalmak, milliyet kini ve sınıf kavgasını aşmamak, fark içinde ezilmek demektir.
O herkesin geçebileceği kadar geniş bir kapı değildir. Her arayanın aşacağı kadar kolay bir geçit değildir.hakkı istemede ‘ben yokum , yalnızca hak var’ diyenler sükuna varmışlardır.
Ahlak bir işi işlemek gerektiği zaman şüphe ve tereddüt içinde kalmamak, vehimlerle, kararsızlıklarla gücünü tüketmektir. Tereddüt eden, vehim içinde kalan, sonunda o işi işlese bile bütün kuvvetini ve asilliğini kaybetmiş olacaktır. Ruhu sükuna ermeyenler, daima vehimler ve kararsızlıklar içinde kalacaklar, insanlığa örnek büyük bir hareket yapamayacaklardır.
Kimse ruhundaki sükunu doğarken kazanmış değildir. O ne sarsıntılı buhranların, ne büyük fedayı nefislerin eseridir. Kaç yolcu yarı yolda kalmış, kaç arayan sükuna varmadan mahvolmuştur.
Alem bir mertebeler düzenidir. Kimse ruhunda yükselme sevgisi ve birlik ihtirası ile doğmamıştır. Fakat arzuların beslenmesi nefse kuvvet vermiş ve nefsin kendi kendini aşarak seçkinleşmesi bizi ahlaki gayretlere götürmüştür. Birlik, oluş ve sükun, büyük bir iç savaşımın eseridir. Kimse peygamber doğmamıştır fakat peygamber olmuştur.
Büyüklük varılan menzilde değil, çekilen mihnettedir.
Birinci mertebe halk mertebesidir. Halk korku ile boyun eğer. Korku ahlakı cemiyet düzeninin ilk temelidir. Halkı seniniz. Zaaflarını, noksanlıklarını da seviniz. Ona daima şefkat ve ümitle bakınız. Çünkü halk çocuk gibidir. Halka vaat etmek, kuvvetli ve kısa söylemek, korku ile ümit arasında bırakmak lazımdır. İkinci mertebe vatandaş mertebesidir. Gelecekte çıkar arayan, daha üstün bir yer isteyen her insan, vatandaş mertebesine ulaşmıştır. Vatandaş gelecek ümidiyle toprağına bağlanan, daha güzel bir hayata erişmek için bugünün kahrına katlanandır. O, yarını beklediği için iyidir. Bu ümidi kırıldığı ve o yarın meydana çıkmadığı zaman, vatandaş faziletini kaybedecektir. Vatandaş ümit ile itaat eder. Takdir edilmek ve yükselmek ister. Vatandaş iyidir ve kendi ahlakı ile büyük iyilikler yapacaktır. Onu asla yerinden ayırmamak gerekir. Vatandaşa geniş ufuklar gösteriniz. Çünkü o daha mükemmel olmayı isteyecektir.
Üçüncü mertebe, vatansever mertebesidir. Vatansever başını yere eğmemek için nefsini feda eder, takdir edilmek, ‘ne büyüktü’ denilmek için feragate katlanır. Kütlelerin başına geçmek, kütlelerin alkışıyla karşılanmak ister. Vatansever kendini hür zanneder, fakat o herkesten daha fazla kütle esiridir. Vatansevere karşı daima dost, daima sabırlı olunuz. Çünkü ruhunun tam olmayışını, yığınların takdiriyle doldurmaya muhtaçtır. O cahil gibidir ki, vatanseveri alkışlamak, telkinli ve derin söylemek, gururunu okşayarak kalbine hakim olmak lazımdır.
Dördüncü mertebe, insanı vatansever mertebesidir. Her aklı ve dini olanı insan sanmayın. İnsan demek, ruhunda kudret olan ve aşk ahlakına yükselen demektir. İnsani vatansever, bütün mertebelerden birer birer geçerek aşk ahlakına ulaşmıştır. Eşyaya kendi hakikati içinden bakmış ‘taştan fazlasını asla taştan istememiş’ herkese kendi diliyle söylemiştir. Halka baba gibi sevginin ve acımanın şiddetiyle vaaz etmiştir. Nefsini fedayı telkin etmiştir. Sohbet insani vatanseverin dilidir. Sevgi ahlakına yükselenler arasında ancak dostluk ilişiği olabilir. Dışlarındaki hiçbir kuvvete, hiçbir var olana, hiçbir kütleye muhtaç olmadan kendi başlarına bir şahsiyet olanlardır.
Alsa ‘bu benim beğendiğim harekettir’ demeyiniz. Fakat her harekete birlik yolunun bir basamağı diye bakınız.
Adalet, her başa gücü yettiği kadar yük vermektir; kimseden, yapmasına imkan olmayan şeyi beklememektir. İçinde hürriyeti duymayana, zorla hür olacaksın dememektir. (çelişki var—ileri notlarda yazılı ‘halka rağmen halk için’ savunan kendisi; iki mantık yürütümü birbiri ile çelişiyor)
Madem iyilik de kötülük de Allah’tandır, öyleyse niçin kötülüğü ayıplar ve günahları cezalandırır? Şeytan, adalete düzen verici olamaz. Çünkü noksandır ve noksan kalmaya mahkumdur. Kemalin ve birliğin zevkini tatmamıştır. Kalpsiz bir zekayla ve hissiz bir akılla kalmıştır.
Yalnız insan adalete düzen verici olabilir. Çünkü onda birlik ve çokluk vardır. Noksandan kemale, sürekli bir ilerleme yoludur.
Ruhu kudretli olan mutlaka doğru olacaktır. Doğru olan da mutlaka adil alacaktır. Adil olmak, insanları ahlaki mertebelere ayırmak, işleri ve vazifeleri bu mertebelere göre eşit olmayarak dağıtmaktır.
Ahlakın birinci mertebesi eksiğini itiraf etmektir. Fazilet uğruna huzurunu terk etmeye menfaatini çiğnemeye katlanmayacağını ilan etmekten korkmamaktır. İşi ehline bırakmak ve sahte kahramanlık davasına kalkmamaktır.
Siyaset meselesi
Bütün faziletler adalette toplanacaktır. Züht, mümini Allah’a götürdüğü gibi, adalet de en büyük ideal olan insani hürlüğe götürecektir. İbadeti terk eden için nasıl din inancının yolu kapanmışsa adaleti terk eden için de hürriyet ve insanlığın yolu büsbütün kapanmıştır.
Halk demek ayrı bir sınıf ve başka bir alem demek değildir. Halk bir mertebedir ki insan onunla yola çıkar. Bir basamaktır ki oradan olgunluğa yükselir.
Halk demek şuursuz yığın demektir. Biz ona şuur vermek istiyoruz. Davamız halka rağmen yalnız halk içidir. Şuur irfan demektir. Nice alimler vardır, onlarda insanlık bilgisi doğmamıştır. Nice cahiller vardır ki aşkın sırrına ulaşmışlar ve hakikatin nerede olduğunu anlamışladır. (halkı küçümseyen, yanlış mantı yürütümü ve yine kendi içinde burada da çelişki var. Halk şuursuz ise nice cahilden nasıl olur da aşkın sırrına ulaşan çıkabilir?)
Halk demek korku ahlakını daha aşamayan demektir. Alim veya cahil, zengin veya fakir, avam veya havas arasında irfana ermeyeler, yalnız korku ile iyi olanlar ve ruhlarında insanlık aşkı uyanmamış olanlar halktandır. (ruhlarında korku ile iyi olanlar halktandır diyor, halktır demiyor. Demek ki kabul göremeyen bir halk zaten var ve korku ile iyi olanlar da o halka dahil ediliyor.)
Biz sahte sınıfları zihinlerde yıkarak, yerine insani mertebeleri kuracağız. Davamız halkın mertebesinden başlayarak onun oyuna ve kanaatine bakmadan, gözündeki bağları çözerek, onu hak yoluna çıkaracağız. (hiç kabul edilmeyecek bir düşünce tarzı)
Eğer halktan ayrılırsak, yalnız halka hizmet içindir. ((hiç kabul edilmeyecek bir düşünce tarzı)
İhtilal , bir devri tahrip etmek, yarının binasına temel olacak bir binayı kökünden yıkmaktır. İhtilal, ağacın köklerini kesmek fakat çiçek vermesin beklemektir. Benlik davasına kalkmak, kibir ve inadına kul olmaktır. İhtilala, birlik için ve hakikat aşkı için yapmayıp halkın beğenmesi ve kütlenin alkışı için yapmaktır. Noksanlığı doyurmak fakat kemale asla varamamaktır. İhtilal, çıkarı çiğnenmiş olan bir sınıfa çıkar sağlamaktır. Hotkamlığını tatmine fırsat bulamayanların eline fırsat düşürmek, kindarın öç almasına yardım etmek, ruhun büyük eserini şuursuz ve kişiliksiz kütlenin kör kuvveti için ve onun elinde feda etmektir.
Eşya keyfimize göre değişmez. Terakki önceden belirlenemeyen mutlu arızaların eseri olup, bizzat eşyanın içindedir. Biz ancak gizili olanı meydan çıkarabiliriz.
Biz tabiat alanında ne evrimci ne de ihtilalciyiz. Ne gökten maide gelmesini bekliyor ne de cenneti yeryüzüne indirdiğimizi iddia ediyoruz. Biz gerçekler arası çatışmadan doğan insanlığın ilerlemesini, yaratıcı ruhu aydınlığa çıkarmak, eşyanın düzeninde ona kendi kakını vermek istiyoruz. (biraz önce dediği ‘Davamız halkın mertebesinden başlayarak onun oyuna ve kanaatine bakmadan, gözündeki bağları çözerek, onu hak yoluna çıkaracağız.’ile çatışıyor. Onun katine ve oyuna bakmadan yaratıcı ruhu aydınlığa çıkarmak denen şey, evrimci ve ihtilacilik olmuyor mu?)
İnsan hür doğmamıştır. İnsan zincirler içinde doğar fakat hayatı pahasına bu zincirleri kırarak en son ve en güç olan bu hürriyetine ulaşır. İnsanın kurtuluşu iç hürriyeti iledir. (insan iç dünyası konusunda haklı ama siyaset felsefesinde dedikleri buna uymuyor)
Dostum bana diyor ki, neden bizde faziletli adam çıkmıyor? Halbuki bu insanların bir çoğu doğruluğa, cesarete, hakka, ahlak eylemine değer veren ve fazilete inanan adamalardır. Bunlarda eksik olan cesaret midir? Vatan sevgisi midir? Çünkü fedayı nefsi bütün değerlerin üstünde bir değer gibi gösteren iman doğmamıştır. Herkes huzur içinde yaşarken, kendi huzurunu eliyle bırakmayı telkin eden fikir gelmemiştir. (aslında bu sorunun cevabı bu değil ve cevabı biraz önce kendi verdi zaten. Şöyle demişti ‘İhtilal, ağacın köklerini kesmek fakat çiçek vermesin beklemektir’ dolayısıyla kökü kesilmiş bu ağacın çiçek vermesi için köklerini tekrar salması lazım ki bu da ancak zaman ve güçlü durmakla mümkün olacaktır. Kendini tekrar bulduğunda, çiçek vermeye, bizden de faziletli adam çıkmaya tekrar başlayacaktır, tıpkı binlerce yıldır bu topraklardan faziletli nice adamalar çıktığı gibi.)
FELSEFEYE GİRİŞ 1
FELSEFEYE GİRİŞ 1 – PROF HİLMİ ZİYA ÜLKEN
Önsöz
İnsan kendisi, alem ve alemin ötesi hakkında düşünmeye başlayalı beri felsefe vardır. İlimlerin gelişmesi de felsefi düşünceye daima yeni veriler getirmekten geri kalmamıştır. İnsanlar eskiden beri, akılda bulamadığı cevabı imadan aramıştır. Bilme yerine geçen inanama ile insan kanacak mıdır?
Düşünce ve hakikat problemi
Felsefe, hikmet ve din
Eski yunanca kelime hikmeti seven (philosophos) anlamına geliyordu. Bu demektir ki hikmet onu sevenlerden önceden vardı. Hikmet yolunu tutan ve sevenler filozof (philosophos) adını almıştır.
Hakimin (bilge) içinde yetiştiği cemiyet ilkçağ siteleridir (ephesus, Atina, sparta, Milet, roma gibi).bu sitelerde cemiyet tabakaları vardır. Bir tabakadan (caste) ötekine geçilmez. Sitelerde hüküm süren kader (fatum) görüşüdür. Sitelerde tanrıların bile bir fatum’un hükmü altında olduğuna inanılırdı. Yunana tragedya yazarları, kader önünde insan iradesinin hatta tanrıların eğilişini tasvir ediyordu. Site düzeni, kendisine baş kaldıranı mahvediyordu. Hakimler cemiyette örnek insanlar oldular. Eski Yunan’da bunlardan adı kalan ‘ yedi yunan hakimi’ (hukema-i seb’a-i yunaniye) diye tanındı. Onlar sözlerinden çok fiil ve hareketleri ile örnek oldular.
Felsefenin beşiği yunan mıdır? Hayır. Aynı zamanda bir çok medeniyetlerde birbirine paralel olarak gelişen insan zihnidir. Çin’ de Konfüçyüs, Hint’de Budha, İran’da Zerduşt, Yunan’da Sokrates birbirne paralel medeniyetlerin doğurduğu büyük insan örnekleridir.
Primitif düşünce
Sosyologların bugün klan adını verdikleri cemiyette, bizim zihniyetimizin prensiplerinde farklı hatta ters bir zihniyetle karşılaşılmaktadır.
Sosyolog Levy-Brühl’e göre, öyle inanış biçimlerine sahiplerdi ki, bu inancın sonucu olarak totem denen kutsal eşya ile kendi aralarında tam bir cevher birliği görürler. Mesela, Bororo kabilesinden bir ferde göre bir Bororo kendisini hem papağan hem buğday tanesi, hem de bir Bororo yani kabilenin ferdi sayar. Başka deyimle bu çeşit varlıklar arasında öyle bir cevher birliği kabul eder ki, bu insan gözünde tek bir varlığın türlü görünüşleri gibidir ve bu çeşitli şeyler aynı zamanda, aynı şey olmaktadır. Bazen insan bazen papağan olarak görünmek değildir. Aynı zamanda ayrı yerler işgal etmesine ve ayrı şekilleri olmasına rağmen, farksız olarak o hem papağan, hem insan, hem de buğdaydır. İlkel adamın düşünce tarzı bizimkine tamamen aykırıdır. Çünkü biz bir şeyin aynı zamanda hem kendisi, hem de kendisinden başka bir şey olacağını düşünemeyiz.
Levy-Brüh, onlara mantıksız veya mantık dışı demiyor. Çünkü bu zihniyete sahip cemiyetlerin gelişim göstererek bizim mantık düşüncelerimize yükselebileceğini kabul ediyor. Bundan dolayı onları bizim düşüncemizden ancak bir evrim farkı ile ayırmış olmak için ‘mantık öncesi’ düşünce ve zihniyet diyor. Durkheim çalışma arkadaşının bu fikrine katılmıyor.
Mitos düşüncesi
İnsanlık tarihinde primitif zihniyetten sonra ve onda daha üstün olan mitos zihniyeti veya efsanevi düşüncedir.
Akli düşünce
Rasyonel düşünce, mithos düşüncesine göre bir derece üstündür.
Tarihi düşünce
İbn-i Haldun, mukaddime ile akılcı felsefeye karşı .
Tarihi düşünce, bütün devreleri yaşayarak birinde ötekine geçmek üzere varlığın gelişme dönemleri içinde açılan hakikatleri gösterdiği için, ondan ne bir şüphecilik, ne de bir inkarcılık meydan çıkacaktır. Modern insanın eski düşünce tarzlarına ve zihniyetlere üstünlüğünü sağlayan cihet burasıdır.
Zihin hakikatleri ve varlık
Aklımızın en basit ilk mantık kuralları
1- Bir şey, kendi kendisinin aynıdır veya bir şey ne ise odur. Bir şey kendi kendisinden başka bir şey değildir. (kuantum fizik artık tersini söyler)
2- Bir şey aynı zamanda hem kendi hem de başka bir şey olamaz (kuatum fzik tersini söyler)
3- Bir şey ya vardır yahut yoktur (kuatum fzik tersini söyler)
(ilkel kabilelerdeki primitif düşünce aslında 21. yy kuantum gerçeğine uygun olup, bizim gelişmiş zannettiğimiz düşüncemizin aslında primitif düşünce olduğu anlaşılıyor)
Bilme, düşünme ve inanma
SÜMERLER
SÜMERLER—SAMUEL NAOH KRAMER
Arkeoloji ve çiviyazısının çözülmesi
Sümer halkı teknolojik icatlar için inanılmadı bir yeteneğe sahipti. Daha ilk yerleşenler bile sulama fikrini akıl etmiş. Hem hiç maden olmamasına karşılık, ırmak kilini fırınlamayı öğrenmişlerdir. Çok az olan inşaat kerestesi yerine sazlıkları kesip, kurutup, hasır örerek barınak yapmışlardır.
Ayrıca değer yargıları bakımından da dikkat çekicidir. Açık görüşlü, sağ duyulu, hırsa ve başarıya önem vermişlerdir. Kişisel hakları konusunda bilince sahip, ister kral, ister eşiti tarafında yapılsın, hakları çiğnenince tepki gösterirlerdi. Bireye ve bireyin başarılarına büyük değer veriyorlardı.
Kahramanlar, krallar ve ensi’ler
Sümer ülkesine ilk yerleşenlerin Sümerli olmadığı hemen hemen kesindir. Eridu, Ur, Larsa, Nippur gibi Sümer kentlerinin isimleri de Sümerce değildir. Sümer öncesi yerleşimcilerin isimleri bilinmiyor. Sümerlerin asıl yurtları hala bilinmemektedir.
Sümer kenti
Her kentin en belirgin özelliği, bir tepeye oturtulmuş tapınaktı, giderek devasa basamaklı kule yani ziggurat haline gelen tapınak.
Rahipler, askerler ve prensler kent nüfusunun az bir bölümünü oluşturuyordu. Büyük çoğunluk çiftçi, hayvan yetiştiricisi, gemici ve balıkçı, tüccar ve yazıcı, doktor ve mimar, duvarcı ve marangoz, demirci, kuyumcu ve çölekçiydi. Geniş mülklere sahip zengin aileler de vardı. Fakat yoksullar bile çiftliklere, bahçelere, evlere ve hayvanlara sahip olabiliyordu.
Kölelik kabul edilmiş bir kurumdu. Tapınakların, sarayın ve zenginlerin köleleri vardı. Çoğu savaş tutsağıydı. Ama bunların mutlaka yabancı olması gerekmiyordu. Savaşta yenilen komşu kentten gelen bir Sümerli de olabiliyordu. Özgür insanlar da belli suçlar da kölelikle cezalandırılabiliyordu. Sıkışıklıkta özgür insanlar çocuklarını köle olarak satabiliyordu. Yada borcunu ödemek yerine alacaklının ailesine çocuğunu teslim edebiliyordu. Köle eşya gibi malın sahibine aitti. Damgalanabilir, kaçmaya çalışırsa ağır ceza verilebilir, kamçılanabilirdi. Kölelerin bazı yasal hakları vardı. İş ilişkisine girebilirlerdi. Köle özgürle evlenirse, çocukları özgür olurdu. Yetişkin bir erkek köle fiyatı, bazen bir eşek fiyatından da düşük 20 şekeldi.
Toplumun temel birimi aileydi. Ebeveynler tarafından ayarlanıyordu. Kadın önemli yasal hakları vardı. Mülk sahibi olabilirdi. Kadının çocuğu olmuyorsa, kocası ikinci bir kadınla evlenebilirdi.
Devletin bir ucundan ötekine kadar vergi toplayıcıları vardı zenginler ve güçlü insanlar, diğer insanların eşeklerini ve evlerini düşük fiyattan satmaya zorlanıyorlardı. Muhtaçlar, dullar, yetimler kötü muamele görüyorlardı.
Lagaş’ta siyasal ve toplumsal durum o kadar kötüleşti ki tanrı yöneticiyi değiştirdi.
Mahkemeler genelde üç yada dört yargıçtan oluşuyordu. Mahkeme kayıtları ile ilgili tabletler bulunmuştur.
Gerek çalgılarla gerekse insan sesi ile yapılan müzik Sümer yaşamında önemli rol oynuyordu.
Sümerlerin sanata yaptıkları en özgün katkı silindir mühürdür.
Sümer ekonomik yaşamında en önemli rolü oynayan ağaç hurma palmiyesiydi. Bu ağaçtan lal (bal) olarak bilinen tatlı bir madde çıkarılıyordu.
Sümerde en popüler içki biraydı.
Teoloji, ayin ve mit
Sümerler, yahudilik, hiristiyanlık, islamda etkiler bırakan dinsel fikir ve kavramlar geliştirdiler.
Sümer tanrıları insan biçimliydi. Yüzlerce tanrı olduğu biliniyor. Ölüler diyarı hakkında gılgamış destanında bilgiler vardır. Her yıl kutlanan bir çok bayram vardı.
Sümer Gökçeyazını
Sümer okulu
Sümer okulu ‘ edubba’yani tablet evi adıyla biliniyordu.günümüz öğretim kurumlarından farklı olarak, Sümer okulu ayrıca yaratıcı yazarlık diyebileceğimiz şeyin de merkeziydi. Geçmişin yazınsal yaratılarının incelenip, kopyalandığı yer burasıydı. Sümer okullarından mezun olanların büyük çoğunluğunun tapınak ve saray ile zenginlerin hizmetine giren yazıcılar oldukları doğruysa da, yaşamlarını öğretmeye ve öğrenmeye adayanlar da vardı. İlk zamanlar büyük olasılıkla tapınağın uzantısı olarak başlayan Sümer okulu zamanla, din dışı bir kurum haline geldi. Anlayabildiğimiz kadarıyla, öğretmenlere öğrencilerden toplanan ücretlerden ödeme yapılıyordu. Müfredat programı da büyük ölçüde din dışı bir karakter taşıyordu.
(devamı muazzez çiğ kitap notlarında yazılı)
Dürtüler, güdüler ve değerler
( muazzez çiğ kitap notlarında yazılı)
Sümeri’in mirası
İNSAN BEYNİ
İNSAN BEYNİ—ROBERT WINSTON
Zihin –beden tartışması
Beynin önemini ilk defa fark eden MÖ500de, Alcmaeon’du. Bir hayvan gözünü çıkartarak beyinle bağlantısını görmüştü ve bundan yola çıkarak ‘tüm duyular beyne bağlıdır’ sonucuna varmıştı.
Ancak MÖ384-322 arası yaşamış olan Aristo, hocası Platon’dan farklı düşünüyordu. Aristo beyne daha çok önem veriyordu. İncelediği tüm aşağı hayvan cinsleri—kurtçuklar, böcekler, deniz hayvanları—hepsi nabzı olan ve kalbe benzeyen organlara sahipti. Bit tavuğun başının kesilmesinin ardından, koşturmaya devam ettiği gerçeği Aristo’ya ‘ ruhun ve istemli hareketin kontrolünün yeri kalptir….’ der
Tıp biliminin babası Hipokrat beynin biricik doğasının farkına varmıştır.
Beyin nasıl çalışıyor?
Beyin ölümün adından o kadar hızlı bir şekilde çürümeye başlar ki formalin çözeltisi içinde hızlı bir şekilde muhafaza altına alınmadığı zamanda üzerinde çalışılamayacak hale gelir. Bu yüzden beyin otopsi esnasında detaylı şekilde incelenmesi mümkün değildir.
1400gr, %75-80 su, %8 protein, % 10dan fazla yağ ve 100 milyar nöron.
Nöronlar birbiri ile bağlantılı değillerdir, kimyasal mesajlarla iletişim kurarlar.
Beynin bölgeleri
Beynin sağ ve sol yarım küreleri hakkında elde iyi kanıtlar olmadan bir sürü şey yazıldı. Şu kesindir ki mikroskopta incelendiğinde, beynin sağ yarı küresi griden ziyade beyaz maddeden oluşur. Gri madde esas olarak beyin işlemlerini gerçekleştiren maddedir. Beyaz ise iletişim kanalları sağlar. Sağ beyindeki aksonlar arasındaki bağ daha uzundur ve uzaktaki nöronlarla bağlantı kurabilir. Kimi yazarlar ellerinde çok iyi deliller olmasa da, sol beynin mantık, sağ beynin ise yaratıcılık ve ezgisel düşünüşün ikamet ettiğini iddia ederler.
Erkekler ve kadınlar arasındaki davranışlar incelendiğinde, korpus kallosum hakkında büyüleyici bir gerçeği ortaya çıkarmıştır. Kadınlarda daha büyüktür. Kadınlar aynı anda birden fazla işi yapmaya meyilli iken erkekler ellerindeki işe odaklanıp, onu bitirmeye yatkındırlar.
Yabancı el sendormuna sahip kişilerin büyük kısmı şiddetli epilepsi tedavisi için yapılmış olan radikal beyin ameliyatları geçirmiş kişiler olsa da, beyin hasarı geçirmiş herkesin başına gelebilir. Kendi elinin kendisini boğmaya kalkıştığı kadının vakası bu rahatsızlık üzerine 1908de almanyada kaleme alınan ilk çalışmada anlatılır. Lary isimli bir kişi, sol elinin boğazını sıkmaya başlamasıyla uyandığını anlatıyor. Aynı zamanda bazen yemek yerken sol elinin, sağ elini yakalayıp, kendisine bir çatal yada kaşık dahi olsa yemek yeme izni vermediğini de anlatıyor.
Yabancı el sendromu yalnız korpus kallosumun hasar görmesiyle ortaya çıkmaz.
Beyni ayrılmış kişilerin bazılarında sağ ve sol elin birbirine zıt eylemler yapma eğilimi vardır.
Bilinci kaybetmek
Uyku zorunlu bir süreçtir. Ancak üzerinde yapılan sayısız araştırmaya rağmen biyolojik işlevi halen bir gizemdir. Türlerin hepsi uyumaktadır.
Uyanıkken nöronlarımız aşırı derece etkindir. Uyanık olduğumuzda beyin dalgası beta dalgaları denir. Rahatlamaya başlayıp, gözlerimiz kapadığımızda, alfa dalgalarıdır. Uyku derinleştikçe, teta dalgaları oluşur. Uykunun ikinci aşamasında, çevremizden iyice koptuğumuzda delta dalgaları.
Ben başkaları
18-24 ay arası bebeğin burnuna kırmızı nokta yaparak aynanın karşısına getirince, bebek bu noktanın bir kusur olduğunu anlar ve ağlar ve burnuna dokunur. Hatta kıkırdayarak burnu ovanları da gördüm. Ancak bu hissi (ben ve başkaları) henüz gelişmemiş olan bebekler aynaya dokunur.
3 yaş civarında çocuk gölgesinin kendisine ait olduğunu anlar
4 yaşında ‘zihin teorisi’ dediğimiz bir durum gelişir. Kendi bildikleri şeye dayanmak yerine başka birisinin zihninde bulunan bilgiyi edebilmektedir. Araştırmalar otistik çocukların bir zihin teori geliştirmede belirgin sıkıntılar yaşadıklarını göstermektedir.
5 yaşında, kandırma kabiliyeti, başka insanların aklından geçenleri anlayabilme ve bu insanların nasıl idare edileceği becerisi ve yalan söyleme becerisi vardır. 4 yaşında çocukta bu beceri yoktur.
Bilinç
Bilinci tanımlamak her zaman zor olmuştur.
Yarım saniye sonra
Beyin gerçekleştirdiği tüm işlemler için belirli bir zaman harcar. Ancak siz bunu fark edemezsiniz. Eğer kolunuza birbirini hızla takip edecek şekilde dört farklı noktadan dokunulursa, (saniyenin onda biri kadar bir zaman aralığı) bunu kolunuzdan aşağıya doğru kayan tek bir nesne varmış gibi algılarsınız. Elbette beyin bu özelliği aynı zamanda televizyonu ve sinemayı mümkün kılan şeydir. Ekran karşısında birkaç saniyede bir yanıp sönen 24 farklı kare görmezsiniz, bunun yerine bu kareleri uyumlu bir bütün olarak deneyimlersiniz. Bilinç birdenbire oluşan bir deneyim değildir. Kendini inşa etmek için zaman ihtiyacı vardır. Beyin kullanılan zamanı ört bas eder. İnsan bilincinin elektrik akımına verdiği duygusal tepkiyi yakalaması ve bildirilebilecek bir deneyim olarak algılayabilmesi için yaklaşık 500 milisaniye gerekiyor.
İnsan olmak, aynı zamanda ana göre tepki verebilmek kadar o andan kendini soyutlayabilmektir. Hayal kurabilmek, yaratabilmek, hatırlayabilmek, hissedebilmektir.
Duygusal zihin
Bir çok bilim insanına göre duygular da renkler gibidir. Daha karmaşık olanların en temel olanlarla sınırlı miktarda karıştırılmasıyla elde edilir.
Nikotin
Nikotin tüm uyuşturucular arasında en esrarengiz olanıdır. En çok kullanılan uyuşturuculardan biridir.
Ana rahminde beyin
Beyin rahimdeyken çok büyük gelişme yaşar ve dakikada 25.000 nöron üretir. Doğumdan sonra da büyümeye devam eden beyin 2 yaşına gelindiğinde normal ağırlığının %80ini oluşturur. Bu sırada büyük ve acımasız bir budama süreci başlamıştır. İn san beyni çevreden kaynaklanan ihtiyaçlara göre şekillenir.
Beyin gebe kalınması ardından 14 gün sonra gelişmeye başlar.
Anne sütüyle beslenme erken yaşlardaki beyin gelişimi için çok önemlidir.
İçimizde kök salan kara düşünce
Kafanın derine de deva bulmaz mısın?
İçimize kök salmış kara bir düşünceyi
Söküp atamaz mısın aklımızdan?
Beynimize işlemiş kuşkuları silemez misin?
Macbeth 5. Perde 3. Sahne
Bir karakter meselesi
Beyin üzerinde yapılmış bazı çalışmalar ve kimi psikolojik araştırmalar, kişiliğimize ilişkin kilit unsurların doğuştan mevcut olduğu ve beynimizin dünyaya tepki veriş şeklinden belirlenebileceği gerçeğine işaret etmektedir.
Görünen o ki, hormon düzeylerindeki farklılık, karakterlerimizin tüm yönlerine ve sürdürdüğümüz hayata hakim olabilir, yaptığımız işleri, eş ve hobi seçimlerimizi etkileyebilir.
Kişiliğin bir çok özelliği, altta yatan beyin durumlarına bağlıdır.
Aşık zihin
İnsan beyni başkaları ile iletişim kurmaya ayarlanmış bir beyindir. Eğer insanlarda gerçekten de ayna nöronlar mevcutsa, ayna nöronlar insan tarafından oluşturulan bilgilerden gelen verilere bağlı görünmektedir.
TOPLUMDA AHLAK ANLAYIŞI
TOPLUMDA AHLAK ARAYIŞI—HELMUT SCHMİDT
(Sabancı Üniversite Yayını)
Önsöz-Helmut Schmit—Hamburg, seçim sandıkları kapanmadan önce- 27 eylül 1998
Ülkemizdeki herkesin pek çok hakkı vardır, anayasa bunları tek tek sıralar ve güvence altın alır. Herkes kendi kişisel yararını sağlamak, kendi mutluluğunu aramak için çaba gösterebilir ve üstelik bunu yapmalıdır da. Ama her birimiz başkaları için ve aynı zamanda bütün toplum için de sorumluluk taşımaktayız. Bu sorumluluktan görevler doğar. Bu görevler ise yasalarda yer almaz.
Benim üzerinde durduğum hukuki değil, ahlaki sorumluluk ve görevlerdir. Kamu yararı, topluma, devlete ve Avrupalı komşularımıza karşı ahlaki görevler konusunda bizleri bilinçlendirme ödevi, anne babalara, öğretmenlere, profesörlere, din adamlarına, ustabaşlarına, yöneticilere ve işyeri temsilcilerine olduğu kadar gazetecilere ve medya mensuplarına düşmektedir.
Avrupa kültürü başlangıçta roma mirasının güçlü etkisi altındayken, sonra 1500 yıl süreyle Hıristiyanlığın etkisi altında kaldı. Sayısız savaş ve kuşaklar boyu dinmek bilmeyen kan.. bütün felaketlere rağmen Avrupalılar her defasında yeni bir başlangıç yaratmayı başarmıştır.
Amerikadan bizelere, kapitalizmin dünya çapındaki zaferi konusunda vaazlar veriliyor. Politikacılarımızın bir kısmı da buna şimdiden kanmış görünüyor.
Vicdan azabının yerini başarı sarhoşluğu almıştır. Bu durumun açıklanmasında televizyon ve elektronik medyanın egemenliği, etkenlerden sadece biridir. Diğer etken, kominist eşitlik idealinin tepetaklak olması. Üçüncü etken, gençliğin her alanda otoriteye baş kaldırışı. Dördüncü etken, işin ehli usta işçinin işini yerini bilgisayardan anlayan kişilere terk etmek zorunda kalınması. Nihayet bütün bunlara ek olarak, iş yerlerinin küreselleşme süreci içinde düşük ücret ve düşük sosyal standart ülkelerine kaydırılmasını sayabiliriz. Sonuçta hiçbir şeyin olduğu gibi kalmayacağı yolunda bir kaygı doğmaktadır.
Değişim mümkündür
Temeldeki tarihi olaylar ortadan kaldırılmasa bile, bir takım etkenlerin düzeltilmesi mümkündür. Hiç kimse tarihi değiştiremez. Ama tarihten ders çıkarılabilir. Gerçekte almanların büyük çoğunluğu tarihten ders almıştır. Almanyada diktatörlük ve ırkçılık asla yenilenmemelidir.
Eğer bugün sıkıntımızdan kurtulmak istiyorsak, öncelikle durumumuzun net bir tahlilini yapmak zorundayız. Durumu anlayabilmek için nasıl oluştuğunu kavramak zorundayız. Böyle bir tahlil yapmadan, kapsamlı hiçbir konsept geliştirilemez. Yasa koyarak yapılacak her türlü müdahale bölük pörçük kalmaya mahkum olur. Onun da etkisi olsa olsa birkaç noktayla sınırlı kalır.
Hastayı dinleyerek nedenleri tahlil etmek, tek başına hastalığı iyileştirmez. Hastalığın ne olduğunun saptanarak teşhis edilmesi de, tedavi konsepti için tek başına yeterli değildir. Tedavi için muhakeme ve karar verme yeteneği gerekir. Tedavinin uygulanması ise, bunların da ötesinde, toplumun çeşitli kesimindeki yöneticilerin cesaretini, enerjisini ve kararlılığını gerektirir. Zira doğru bir teşhis, toplum ve ekonomide, politika ve devlette tek bir hatalı gelişmeyi, ahlakta görülen tek bir sapmayı yada bozulmayı, sadece bir iki akut hastalığı saptamakla kalmaz. Karşımızda karmaşık, çok yönlü bir sendrom vardır ve bu sendromun üstesinden gelmek için, aynı anda birden fazla tedaviye gerek olacaktır. Kimi önlemler birkaç yıl içinde etkisini gösterirken, kimileri bir on yıl sonra yada daha geç zamanda işe yarayacaktır. Bu arada kökleri çok derinde yatan, toplumsal bilincimizin derinliklerine işlemiş gelişmelerin düzeltilmesi ise, özellikle zahmetli ve pahalı olacaktır.
Almanların ahlaki ve politik nitelikleri konusunda karamsarlığa kapılmak bizi bir yere götürmez. Ama aklın sesi bize şunu söyleyecektir,: Almanyada demokrasi ve anayasal haklar bilinci hiçbir zaman bugün ki kadar sağlam olmamıştır. İşte bu nedenle her şey barbarlığa ve politik uğursuzluğa geri dönüşün bir daha mümkün olmayacağını göstermektedir. Ama yine de her bireyin vicdanı şunu da eklemelidir. Bizzat ben de buna benzer bir şeyin gerçekleşmemesi için elimden geleni yapacağım.
Ebette erdemler ve ahlak reçeteyle satılmaz. Ama özellikle olumlu örneklere bakarak kendimizi eğitmemiz mümkündür. Ne var ki örnek olarak tek başına federal cumhurbaşkanı yetmez. İşte bundan dolayı kamuda görev yapan ve mevkileri gereği hepimizi ilgilendiren kararlar alan herkesten iyi örnek olmasını beklemeliyiz.
Yönetici seçkinlerin sorumluluğu
Toplum ahlakı, örnek olmaya, eğitime, otoriteye ve yönlendirmeye dayanır. Toplum ahlakının temeli ,önceki kuşakta kuşağa aktarılarak günümüze kadar gelen değerler, ilkeler, ahlak ilkeleridir.
Fransız sosyolojisinin kullandığı ‘seçkinler’ sözcüğü ile kast edilen, toplumda birbiriyle rekabet içinde olan iktidar ve nüfuz gruplardır. Çoğu kişi o mevkiye nasıl geldiğinden ve bu hususta ehliyetli olup olmadığından bağımsız olarak sadece yerine getirdiği görevi sayesinde iktidar ve nüfuz sahibi olur. Diğerlerinden ayırt etmek için bu kişilere ‘ yönetici seçkinler’ kavramını kullanıyorum.
Politik sınıf kavramıyla kastedilen, varlık durumları ve politik görüşleri ne olursa olsun, bütün olarak politikacılar, özellikle de meslekleri politika olan, geçimlerini bundan sağlayanlardır.
Politik sınıfın ahlakı ödevleri
Temel değerleri olmayan bir politika, zorunlu olarak vicdansızlığın, ahlakı keyfiliğin politikası olur ve suça eğilim gösterir. Bu noktada politikacı, çifte sorumlulukla karşı karşıyadır. Bir yandan kamu oyuna, kendi seçmen yurttaşlarına karşı sorumluluk taşırken, öte yandan da kendi vicdanına karşı sorumluluk taşımalıdır. Gerçi anayasa, yönünü tayin etmesi için kendisine yol gösterir ama karar vermesi için bu yeterli değildir.
Şeffaflığın gereği olarak politikacıların, parlamento dışı gelirler açıklanmalıdır ve yarıca mesleki kökenleriyle, mal varlıkları da kamu oyuna duyurulmalıdır.
Öyleyse politik sınıftan talep edilmesi gereken şey nedir? Politik sınıf kendi kendini mercek altına almalıdır. Politikacıların ahlakı görevlerini, taşıdıkları sorumlulukları tanımlayacak ve bizzat politikacılar tarafından hazırlanacak kamuoyu önünde tartışmaya açılacak olan özel bir kodeks, bu konuda büyük bir adım olur. Her milletvekilinin en az bir uzmanlık alanında bilgi sahibi olması ve o konuyla ilgili yasaları tanıması şart koşulabilir.
Ama hepsinden de önemlisi bu kodekste, iki ahlak ilkesi yer almalıdır. Birincisi; bir karar vermeden önce, her defasında ortada bir haksızlığın, yolsuzluğun, hatanın yada tehlikenin olup olmadığını, eğer varsa, nasıl bertaraf edileceğinin titizlikle incele. Senin görevin korumak ve biçimlendirmek yani reform yapmaktır. İkincisi; tek tek her durumda tartmak zorundasın. Parti grubu disiplinine uymam gereken hangisi, vicdanımın sesini dinlemem gereken hangisi? Aralarında çelişki varsa, vicdanının sesine göre hareket et.
Gelirini ikiye üçe katlama güdüsüyle hareket eden birisi, kendisine esas meslek olarak politikayı seçmemelidir. Birinde böyle bir güdü fark eden partililer, o kişiyi desteklememelidir.
Kiliselerin kamuya karı sorumlulukları
Naziler her iki kiliseyi de aşağılamıştır. Hitler tanrı yerine ‘ilahi takdir’den söz eder.
Bugün 20.yy sonunda almanyadaki kiliselerin geniş bir etkiye sahip oldukları söylenemez.
Eğitim yerine televizyon mu?
Gandhi ‘karekteri olmayan eğitim, sosyal bir günahtır’ der. Televizyonda sunulanların büyük çoğunluğu gandhinin tanımına uymaktadır. Zira bütün olarak bakıldığında, tv özellikle çocuklarda ve gençler üzerinde bıraktığı etki, onları gizliden suça ve şiddete özendirmekten başka bir anlam taşımamaktadır. Çoğu amerikadan ithal aksiyon filmler bize, şiddet ve vahşetin uygar bir toplumun normal, hatta baskın unsurları olduğunu telkin etmektedir.
Tüm kitle iletişim araçları sahipleri ve yapımcıları, etki ve güçlerini örtbas etme eğilimindedirler. Kamuoyunun kanaatini belirleyenin kendileri olmadığını ileri sürerler.
Bir politikacının ne dediğinden çok sempatik bir izlenim bırakıp, bırakmadığı önem taşır.
Yönetici sınıfın çelişkisi
Yöneticiler öncelikle kendi öz çıkarlarını kollayan hedefler güder. Her şey yolunda gittiğinde, çalışmalarıyla refahını geçekten artırır. Ama çelişki tam da bu noktada ortaya çıkmaktadır; zira günümüzde artık her şey yolunda gitmemektedir.
Almanyada sendikaların etkisi ve sosyal demokratların baskısıyla yasalar çıkararak bir işletmede çalışanların hem işyeri konseylerine hem de işyeri üstü yönetime katılmasını mümkün kılan bir sistem geliştirmiştir. Sermayenin tek taraflı dağılımı, bu sistem sayesinde bir ölçüde dengelenebilmektedir. Bizim ülkemizde grevlerin ve işçi mücadelesinin, örneğin İngiltere yada fransaya kıyasla daha az görülmesinin asıl nedeni, yönetime katılımdır. Zira yönetime katılım, yöneticileri çalışanların çıkarlarını hesaba katmaya zorlar. Yönetici ‘evinde kendi bildiğini okuyan efendi’ değildir. Aksine ikna etmek ve onay almak zorundadır. Bu zahmetli ama çoğu kez de öğretici bir iştir. Nitekim işyeri konseyleri ile hem işletme hem de çalışanlar için yararlı olacak anlaşmalara varılır. Oysa yöneticiler ve sendika yetkilileri arasında bunu gerçekleştirmek, kimi zaman daha zor olabilir; zira her iki taraf da birbiriyle ilişkisinde kavgaya daha fazla eğilimlidir.
Ekonomimizin yapısal olarak yenilenebilmesi için, çalışanların işyerleri ve bürolarında hallerinden hoşnut olup, geleceğe güvenle bakmaları, önemli bir unsurdur. İşinden hoşnut olma ve keyif alma bireyin kendi kararlarını verebilmesi ölçüsünde artar. İşte bu nedenle üst düzey yöneticiler, işyeri yönetimleri ve konseyleri, gayet bilinçli bir şekilde, yalnızca başka türlü düzenlenmesi mümkün olmayan şeyleri yukardan düzenlemeye özen göstermeli, öte yandan mümkün olduğunca çok şeyi orta ve en alt kademelerin bireysel kararına bırakmalıdır. Böylece pratikte ‘ yardımlaşma’ ilkesini gerçekleştirebilen ve ‘ işyerinde yönetime katılım’ı sağlayan bir yönetici, hoşnutluk ve barışı da sağlamış olur. Savaşı izleyen ilk on yıllar boyunca, mal sahibi girişimciler ve yöneticiler, kendilerini çalışanlarının yerine koyabilme yeteneğine ve yüksek sosyal beceriye sahipti. Bugün ki yöneticiler ise, genellikle çok daha az yardımsever ve dayanışmacıdır, paylaşmayı sevmezler. Bunun sebebi, muhtemelen daha az zahmetli bir biçimde yükselmiş olmalarıdır.
Almanyada üst düzey yöneticilerin hisse opsiyonları aracılığıyla gelirlerini muazzam ölçüde artırdığı da bilinmektedir. Daimler-benz en çok zarar ettiği yıllarda bile, her bir yönetim kurulu üyesine beş yüz milyon alman markı tutarında münferit ödeme yapabilmiştir.
Gandhi ‘ ahlaki değerleri içermeyen ticaret, topluma karşı işlenmiş bir günahtır’
Ekonomi bizim kaderimiz
Kendi iradesi dışında uzun süre işiz kalan biri, sadece düş kırıklığına kapılıp depresyona girmez, aynı zamanda saldırganlaşabilir de. Eğer almanyanın pek çok kentinde çok sayıda insan, hatta kitleleri iş bulamıyorsa, devletimize ve toplumumuza duyulan güven yitip gider.
Yapısal yenilenmenin ağırlık noktaları
Firma yöneticilerinin, işverenlerin, sendikaların, doktorların, profesörlerin, medya mensuplarının işbirliğini sağlamaksızın bu reformlar gerçekleştirilemez. Halkın büyük çoğunluğu hazır değilse ve halkın onayı alınmamışsa, hiçbir şekilde reform yapılamaz.
Özgürlük hakkı
Görevler ve sorumluluk
Ekonomi toplumumuzun taşıyıcı ögeleri arasında çeşitli esnaf ve zanaatkarlardan oluşan orta sınıf büyük işletmelere göre çok daha önemlidir. Eğer onlar müşterilerine sözünün eri esnaf olarak iyi hizmet verir, yanlarında çalışanlara yakışık aldığı gibi adilane davranır ve kaçak işçi çalıştırmayıp vergilerini günü gününe öderlerse, sorumluluklarını yerine getirmiş olurlar. Mahallede herkes’ babasını namuslu adamdı, oğlu da babası gibidir’ dese yeter.
Erdemlerden vazgeçilmez
Burada sorulması gereken soru şudur; toplumun iç bağlarını güçlendirmek ve toplumun olabildiğince çok sayıda üyesini ortak davranış kurallarında birleştirmek için ne yapmalıdır?
Erdemle ilgili öğreti iki bin yıldan eskidir. Platon ve aristoya kadar uzanır.
Anne babalarımızın örnek davranışları sayesinde erdemler, çok erken dönemlerde bilincimize demir atar ve daha sonraları gündelik yaşamda onları bizzat kendimiz uygulamaya başladığımızda, bu uygulama neredeyse bilinçsizce gerçekleşir. Günümüzde ise bu yönetimin kimilerinde iflas ettiğini gitgide daha sık rastlamaktayız. Bunun nedeni, kısmen onlara bu erdemlerin doğal bir şey olarak aktarılması, kısmen de kamuoyunda erdemlerin değersizleştirilmesidir.
Düşüncelerimizin arkasında durabilmek için, dirayete yani mantık ve muhakeme yeteneklerini kullanmaya ihtiyacımız vardır.
Birbirinden ayrılan yada birbiriyle çelişen talep ve çıkarları, birbirine oranla tartabilmek için, herkesin ölçülülüğe yani sağduyuya ihtiyacı vardır. Ve nihayet bu tartma adalet ilkelerine göre yapılmalı, özünde adil olma iradesi yatmalı ve bu da davranışı yönlendirmelidir.
Toplumumuzun iç barışı için uzlaşma yeteneği ve hoşgörü, vazgeçilmez erdemlerdir. Bunların eksik olduğu yerlerde, iç savaş tehdidi baş gösterir. İnsanların birbiriyle ortak yaşamak durumunda olduğu her yerde mutlaka anlaşmazlıklar çıkacaktır. Ama hoşgörülü ve uzlaşmacı olmayı öğrenirsek, çoğu tartışmanın da önünü almış oluruz.
İster insanın amiri tarafından olsun ister bir üst makam yada devletin kendisi tarafından olsun, neredeyse tüm erdemler kötüye kullanılabilir. Erdemleri sömürmek mümkündür. Dirayetli olursak, kötüye kullanıldığımızı iş işten geçmeden fark edebilir, cesaret erdemi sayesinde de bunun üstesinden gelebiliriz.
Özgür vatandaşlardan oluşan bir toplum, erdemler olmaksızın varlığını sürdüremez. Erdem ise eğitim olmaksızın uzun vadede yitip gider.
Bambaşka bir yüzyıl
Dinler ve kültürler karşılıklı olarak birbirlerine saygı göstermelidir
İnsanlar ne kadar dar alanda birbirine yakın yaşamak zorunda kalırsa, dini, etnik ve ırkçı çatışma tehlikesi de o oradan artar.
EVRENSEL İNSAN SORUMLULUKLARI BİLDİRGESİ- 1 eylül 1997’de Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan tarafından tebliğ edilmiştir
İnsan olmanı temel ilkeleri
1- Herkes hangi cinsiyetten, etnik kökenden, sosyal konumdan, politik görüş, dil, yaş, milliyet yada dinden olursa olsun, bütün insanlara insanca davranmakla görevlidir.
2- Hiç kimse ne türden olursa olsun, insanca olmayan davranışları desteklememelidir, tam tersine bütün insanların görevi, bütün diğer insanların onurunu ve özsaygısını savunmaktır.
3- Hiç kimse, hiçbir grup yada örgüt, hiçbir devlet, hiçbir ordu yada kolluk gücü, iyinin ve kötünün ötesinde değildir; hepsi ahlak ölçülerine tabidir. Her insanın görevi, bütün şartlar altında iyiyi teşvik etmek ve kötüden kaçınmaktır.
4- Akıl ve vicdan yeteneğine sahip bütün insanlar, dayanışma ruhu uyarınca herkese, ailelere ve toplumlara, ırklara, uluslara ve dinlere karşı sorumluluk yüklenmek zorundadır; kendine yapılmasını istemediğin hiçbir şeyi, başkasına yapma.
Şiddet dışı davranış ve yaşama saygı
5- Herkes yaşama saygı göstermekle görevlidir. Hiç kimsenin, başka insanı incitmeye, başka bir insana işkence yapmaya ve başka bir insanı öldürmeye hakkı yoktur. Birey ve toplumların meşru müdafaa hakları da, bunun dışında değildir.
6- Devletler, gruplar ve bireyler arasındaki anlaşmazlıklar, şiddete başvurmaksızın çözülmelidir. Hiçbir hükümet, soykırım yada terörizm eylemlerine hoşgörü gösteremez yada bunlara katılamaz. Kadınları , çocukları yada diğer sivil kişileri savaşta araç olarak kullanamaz. Her yurttaş ve kamusal sorumluluk taşıyan herkes, barışçıl yolla ve şiddete başvurmadan davranmakla görevlidir.
7- Her bir kişi sonsuz değildir ve mutlak surette korunmalıdır. Hayvanların ve doğal çevrenin de korunması gereklidir. Bütün insanlar, bugün yaşayanlar ve gelecek kuşaklar adına, havayı, suyu ve toprağı korumakla görevlidir.
Adalet ve dayanışma
8- Herkes tutarlı, dürüst ve adilane davranmakla görevlidir. Hiç kimse yada hiçbir grup, bir başka kişinin yada grubun mülkünü zorla yada keyfi olarak elinden alamaz.
9- Kendilerine gerekli araçlar verilmiş olan bütün insanlar yoksulluğun, kötü beslenmenin, cehaletin ve eşitsizliğin üstesinden gelmek için ciddiyetle çaba göstermekle görevlidir. Bütün insanlar için onur, özgürlük, güvence ve adalet sağlamak için, dünyanın her yerinde sürdürülebilir bir kalkınmaya teşvik etmelidirler.
10- Bütün insanlar çalışarak ve çaba göstererek becerilerini geliştirmekle görevlidir. Eğitim ve anlamlı bir iş olanağına eşit olarak ulaşma fırsatına sahip olmalıdırlar. Herkes muhtaçlara, mağdurlara, özürlülere ve ayrımcılık kurbanlarına destek sağlamalıdır.
11- Her hükümet, mülkiyet ve her türlü zenginliği, adaletli bir biçimde ve insanlığın ilerlemesi için sorumlulukla kullanmalıdır. Ekonomik ve politik güç, hükmetme aracı olarak kullanılmamalıdır. Tam tersine, ekonomik adaletin ve sosyal düzenin hizmetin koşulmalıdır.
Gerçeğe uygun davranış ve hoşgörü
12- Her insan gerçeği dile getirmekle ve gerçeğe uygun davranmakla görevlidir. Ne kadar yüksek ve güçlü konumda olursa olsun, hiç kimse yalan söyleyemez. Mahremiyet hakkı ile kişisel ve mesleki gizliliğe saygı göstermelidir. Hiç kimse, her an herkese tam gerçeği söylemekle yükümlü değildir.
13- Hiçbir politikacı, memur, ekonomi yöneticisi, bilim adamı, yazar yada sanatçı, genel etik ölçülerinden muaf değildir. Tıpkı hekimlerin, hukukçuların ve kendi müşterilerine karşı özel görevleri olan bütün diğer meslek mensuplarının da muaf olmadığı gibi. Mesleki yada diğer ahlak kodeksleri, örneğin gerçeğe uygun davranışı ve adil olma gibi genel ölçütlerin üstünlüğünü yansıtmalıdır.
14- Medyanın kamuoyunu bilgilendirme ve hükümet önlemleri gibi toplumsal kurumları eleştirme özgürlüğü-ki adil bir toplum için önemlidir- sorumlulukla ve incelikle kullanılmalıdır. Medyanın özgürlüğü, dakik ve gerçeğe uygun bir habercilik bakımından özel bir sorumluluğu da beraberinde getirir. İnsanın kişiliğini yada onurunu alçaltıcı sansasyonel haberlerden her zaman kaçınılmalıdır.
15- Din özgürlüğü güvence altına alınmak zorundayken, dinlerin temsilcilerinin başka din mensuplarına karşı önyargılar dile getirmekten ve onları dışlayıcı davranışlardan kaçınmak gibi özel bir görevleri vardır. Dinlerin temsilcileri, nefreti, fanatizmi yada inanç savaşlarını ne kışkırtmalı ne de meşru göstermelidir. Tam tersine bütün insanlar arasında hoşgörüyü ve karşılıklı saygıyı teşvik etmelidirler.
Karşılıklı saygı ve ortak yaşam
16- Bütün erkek ve kadınlar, ortak yaşamlarında birbirlerine karşı saygı ve anlayış göstermekle görevlidir. Hiç kimse, başka bir kişiyi cinsel sömürüye yada bağımlılığa tabi tutamaz. Tam tersine eşler, birbirlerini iyiliği için çaba gösterme sorumluluğunu yerine getirmelidir.
17- Evlilik - bütün kültürel ve dini farklılıklarına rağmen- sevgi, sadakat ve bağlılık gerektirir. Evliliğin hedefi, güvenlik ve karşılıklı destek güvencesi vermek olmalıdır.
18- Mantıklı bir aile planlaması yapmak, her çiftin sorumluluğudur. Anne, baba ve çocuklar arasındaki ilişki, karşılıklı sevgiyi, saygıyı, değer verme ve ilgiyi yansıtmalıdır. Ne anne baba ne de başka yetişkinler çocukları sömürmemeli, kötüye kullanmamalı ayda çocuklara kötü muamelede bulunmamalıdır.
Sonuç
19- Bu bildirgenin hiçbir hükmü devlet için, bir grup yada bir kişi için, bu bildirgede ve 1948 insan hakları evrensel bildirgesinde yer alan görev, hak ve özgürlükleri zedeleyecek nitelikte bir eylem yada davranışta bulunma yönünde her hangi bir hak doğuracak biçimde yorumlanamaz.
MEVLEVİLİKTE ŞAMANİZM İZLERİ
MEVLEVİLİKTE ŞAMANİZM İZLERİ
GÜNNUR YÜCEKAL ERMETİN (antropolog)—TÖRE YAYIN
Önsöz
Belh (bugün ki Afganistan)da doğan Mevlana ilk babası Bahaeddin ve sonra Şemseddin Tebrizi tarafından eğitilmiştir.
Mevleviliğin tasavvuftaki yeri, Mevlevilik ve Mevlana
Müslümanlık içinde tasavvuf ikiye ayrılır. Biri zahitliği, farz ibadetlerden başka nafile ibadetleri, bir lokma-bir hırka felsefesi ile tüm dünya nimetlerinden el çekmeyi (riyazet) ve bir hücrede tek başına ibadet ile inzivaya çekilmeyi (halvet) ön görmüştür. . Buna esmacılar denir
İkinci zümre, Allah’a ulaşmak nafile ibadetle değil, aşk ve cezbe ile mümkün, bunun adeta anahtarı dans ve müzik ayrılmaz unsurlardır. Mevlanada çile anlayışı bile halvet ve riyazet şeklinde değildir. Mevlananın tasavvuf anlayışı ikinci sınıfa dahildir. Tıpkı ustasından em öğrenen kam adayı gibi hizmet şeklindedir.
Mevlananın gerçek ismi Muhammed Celaleddin olup, Mevlana ve Rumi sonradan verilen isimlerdir. Mevla= Rab, Allah, Mevlana= bizim efendimiz, hürmet ifade etmek üzere hazret manasında da kullanılmaktadır. Rumi=Anadolu, Mevlana celaledin Rumi= Anadolu diyarının efendisi celaleddin
Doğum yeri afganistanda eski büyük türk kültür beldesi belh. 30 eylül 1207. Bazı araştırmacıların tespitine göre 1182 dir. Annesi belh emirinin kızı, babaannesi harzemşahlardan türk prensesi, babası alimlerin sultanı ünvanı ile tanınmış bahaaddin, belhten göç ederek, Bağdat, Malatya, Erzurum, konyaya gelir. Bazı kaynakları babasının belhi terk etme sebebi olarak, harzemşah sultanına kızgınlığı gösterilir. Bu çağda mevlananın ergenlik çağında olduğu rivayeti ağırlık kazanır. Soylu bir aileden gelir. Mevlana, karamanda ünlü türk alimi lala semerkandinin kızı gevher hatun ile evlenir. Sultan veled bu evliliğin ürünüdür. Mevlana, şamda ve halepte tahsilini görür ve devrin en büyük ilim otoritesi haline gelir. Türk alimi seyyid burhaneddin , konyaya gelir ve burada mevlanaya 9 sene ders okutur. Mevlana Konya medresesinde müderrislik yaparken, bir gün derbeder görünüşlü, cezbe dolu bir türk devişi gelir. Gelen şeyh şemseddin-i tebrizidir.
Mevlevi= mevlanaya mensup, mevlavilik tarikatına giren kişiye denir.
Mevlananın sağlığında mevleviik tarikatı mevcut değildi. Aslında Müslümanlıkta da eski türk dininde olduğu gibi ruhbaniyet yoktur. Tanrı ile kul arasında aracı yoktur. Ancak yönünü bulamayan insanların, değer verdikleri kişilere duydukları güven ve inanç şeylerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Mvelana inanan ve onu örnek alanlar, öldükten sonra Mevleviliği kurmuşlardır.
Bazı kaynaklara göre sultan veled, bazılarına göre ise sultan veledden sonra tekke yaşamı başlamış. Mevleviliğin sultan veled ile iktidara bağlı hale gelmesi, çelebiler arasında post kavgasına sebep olmuştur. Şeyh tayini mevlanadan sonra babadan oğla geçen bir sisteme bağlanmıştır. Tabi bu aşamada eski türk dininden uzaklaşmıştır.
Mevlevilerin diğer mutasavvıflardan farkları
Mevlevilerde esma yoktur . esma ile değil de aşk ve cezbe ile ulaşmayı esas tutar. Mevleviliğin bu çağda rağbet görmesi, ruh dünyasını, dini ve manevi dünyayı, sadece bilinmezin ötesinde kelimelerle ve teoriyle değil, deneyimleme fırsatı vermektedir.
Eski türk dini
Eski türk dini bugün Şamanizm olarak adlandırılan ‘Ak Din’dir. Yaratılanlar yaratanla kopmaz, bir bütün oluştururlar. Ve tüm yaratılanlar, imgelerle, duyularla, simgelerle yüklüdürler. Ruslar bu dini küçümsemek için ilkel olarak ifade ediyorlar ama aslında ilktir, doğrudur ilkeldir.
Kam kimdir?
Kam eylemleriyle, kıyafetiyle, sözüyle, tüm varlığıyla, mitlerin simgesel bir ifadesidir. Kam toplumun kıyısında onlardan farklı, fakat onlar için çalışan bir olarak var olmaktadır. Tüm eylemi, topluluğun mitolojik olguları ve ritüelleri ile uyum içindedir. Kam bir ruhlar kılavuzudur. Kam aslında farklı unsurları kullanarak hem kendi bedeninde hem de ruhunda ve hem zihninde yolculuk yapmaktadır. Kam bu dünya ile öteki dünyayı birlikte görür. Ruh ve onun başına gelen şeyler ((dünyada ve ötesinde) kamın yetki alanındadır. Ruhu tehdit eden güçleri bilir ve bunların ruhu götürebileceği yerlere ilişkin bilgiye sahiptir. Kamlar öteki dünya tarafında atanmış yada seçilmişlerdir. Ak kamlar yalnız gökte ve başta aydınlık dünyasının hakimi ülgen olmak üzere, oradaki iyi ruhlarla kamlık ederler. Kara kamlar ise yalnızca yeraltının korkunç ruhunu temsil eden erlik ile ona bağlı ruhlar için tören yaparlar. Alt alem yolculukları en zor ve en tehlikeli olanlardır. Kara kamlar yeraltına iat enerjileri, çeşitli yöntemlerle yatıştırıp Zarasız duruma getirdikleri, bilinçlilik ve farkındalık sağladıkları ve bu şekilde kötüyü def ettikleri için onlar da insanlar için hayırlı işler yapmaktadırlar. Ak kamlar, kötü ve karanlık ruhlara ayin yapmazlar. Halk tarafında çok sayıldıkları halde halk daha ziyade kara kamlara müracaat ederler. Bunun sebebi karanlık dünyasında zarar görmek endişesinin daha ağır basmasıdır. Kişi henüz kam adayı iken ruhu, zaman zaman ruhlar tarafından alınır, kam atalar tarafından kamlığın sırları öğretilir. Mevlevilik ak kam özelliği gösterir. Çünkü Mevleviler sadece göğe yükselmektedir. Yer altı ve kötü enerjilerle hiçbir irtibat kurmamaktadırlar.
Kam ve Mevlevi arasındaki yapı benzerliği
Kamlar gerek kadın olsun gerekse erkek olsun mensup oldukları köyün üyesi olarak diğer insanlardan üstünlüğü yoktur.
Mutasavvıf da kam da, kalabalıkta yalnız kalabilmek durumundadır. Olayların içinde yaşarken olayla olay olmamak ve yeri geldiğinde olayların hem içinde hem de dışında kalabilmeyi öğrenmelidir. Kendine yani duygu ve düşüncelerine kesin hakim olmayı başarmalıdır. Düşünce ve konsantrasyonun önündeki engellerin farkında olmalı ve bunları aşmaya çalışmalıdır. Yoğun çalışmasını sürekli kılmak için düşüncesini dağıtıcı eylemlerde bulunmamalıdır. Mevlevi de kam gibi hocası tarafından kendisine verilen uygulamaları eksiksiz ve abartısız yerine getirmelidir.
Kam, Mevlevi gibi hem gören hem bilen ve de yapabilendir. Sadece teorik kısmını üstlenme gibi bir şansı yoktur. Hem bilmeli hem de uygulamalıdır. ‘ya göründüğün gibi ol yada olduğun gibi görün’ toplumda olduğu kadar tasavvuf kurumlarında görülen en büyük çarpıklık ve hastalık adına ‘riya’ denilen, inandığı gibi hareket etmeyiş, özü ile sözü bir olmayış, iki yüzlülük ve gösteriş gibi suni davranışlardır.
Dinde odak noktası ruhlar olmaktan uzaklaşmış, ruhları göremeyen gözler dindarlığı şekille algılayabilir olmuşlardır.
Mevlanaya göre de kama göre de din adamı olmak, gizli şeyleri gören gözlere sahip olmayı gerektirir. Mevlana divanı kebirde ‘gizli şeyleri gören gözlere sahip olana, her an senden şekiller, suretler görünmede’ sözüyle böyle bir göze sahip olmanın aranan özelliklerin başında olduğunu ifade eder.
Kam ruhlarla, kaynakla, özle , ilgilenir. Kam tanrısal doğaya, sisteme ve evrenin işleyişine hakim olan kişidir. Bu sistemi anladığı için, olayları çözümleyebilir, bir olayın kaynağını ve olayın nereye varacağını isabetli bir şekilde kestirebilir ve sistem dışına çıkmaktan kaynaklanan sorunları hemen tespit edip onları tekrar tanrısal düzene sokarak sorunu çözebilmektedir. Örneğin, tanrıcılığa göre sağlık normaldir, hastalık doğal olanın yani tanrısal sistemin dışına çıkmaktan kaynaklanır. İyilik doğla olandır, kötülük doğal olandan ayrılan ruhun hastalanmasıdır.
Kamlar da dolaşarak kendilerine en uygun enerjinin bulunduğu bölgeye yerleşirler. Burhan yılmaza göre Konya, troya-nemrut-gize üçgeninin açı ortasındadır.
Kamlar genellikle emekleri ile geçinirler. Yaptıkları ağır işlere karşılık ya hiç para almazlar yada sembolik para alırlar. Kamın amacı mensup olduğu topluma hizmet etmektir. Mevleviler yalnız niyaz adı altında, tanıdıklarının ve bildiklerinin verecekleri parayı ve armağanları alabilirler. Ancak niyazın her hangi bir amaçla yada alanı ve vereni bir borç yada bir yükümlülük altına sokmak düşüncesiyle verilmemesi ve alınmaması gereklidir.
Mevlevilerde bağdaş kurmak saygısızlıktır. Oturma daha çok diz çökme biçimi yada bir dizi alta alıp, diğerini dikme biçiminde olurdu. Tanrıcı Türkler arasında da diz çökmenin çok yaygın olduğunu bilmekteyiz.
Mevlevi ayinleri de kam ayinleri gibi sevap kazanmak için yapılmaz. Amaç ruhun tanrısal boyutla iletişimidir. Türk dininde sığınmanın ötesinde, tanrıdan bir beklenti yoktur.
Şems için inanç bir alış-veriş anlayışından çok ötedir. Şems şöyle demiştir ‘ Kuran’da tanrıya güzel amellerinizle ödünç verin buyuruyor. Tanrının ne ihtiyacı olur ki ona ödünç veresiniz’ ibadet bir sevap kazanma aracı değil, bir aydınlanma aracıdır. Zorunlu ibadetler yoktur. Dogmatizmden kaçınarak ruhun özgür ve özgün deneyimleri ile tanrıya ulaşması söz konusudur. Mevlevilikte de tanrıcılık gibi, tanrıya yakarış, dünyevi istekleri elde etmek için yapılan bir yalvarma olarak değil, manevi dünyaya bir sesleniş olarak yer almaktadır.
Mevlevilerde, devri veledi sona erip de şeyh efendi postundan ilerleyerek el öptürmek için postun önüne çıkarken şu sözleri söyler ‘ gerçek varlığınızın çevresinde dönün, yaradılışınıza uygun hareket edin’ bu sözler önemlidir. Yaradılışa ters düşen durumlarda denge bozulmaktadır ve bozulan dengeyi yeniden tesis etmek tekrar yaradılışın özüne geri dönmekle mümkündür.
Mevlananın ‘ azıksızlık, ölümle kulağımı bursa bile hürriyeti kulluğa satmam’ diyen sözler etrafında toplanan insanlara, padişahlara, beylere nasıl davrandığı, hür fikir ve özgürlükçü duruşu, kamın halk içinde ve hakanların karşısındaki duruşuyla tam paralellik göstermektedir.
Mevlana kamlar gibi hiçbir zaman dini, bir sınıf haline gelerek, dini bir ideolojiyi temsil ederek iktidarı ele geçirmek amacını gütmemiştir. Mevlana, miskin, tevekkül içinde, terki dünya etmiş sufilerden çok farklı bir yerdedir.
Görüşmelerimde akay kynyev’in ifadeleirne göre: bir ara Altay halkı çok kötü durumdaymış. Ve Altay dağlarına seslenmiş. Altay dağları uzun süre cevap vermemiş. Bir gün cevap gelmiş. Demiş ki ‘ siz bu duruma düştünüz çünkü insanları sözün gücüyle değil, silah gücüyle kendinize bağladınız. Tengricilik yeniden hakim olursa yeirn göbeği yeniden işlemeye başlar. Bunun için size bağatılar göndereceğim. Onlar pis, zavallı kılıkta gelecekler. Siz onları yok etmeyeniz, onlara kulak veriniz’ bu yaklaşım mevlevilikle de bağdaşmaktadır. Kelam, Mevlevilerde da büyük değere sahiptir ve onu gücü silahın üstündedir. Ayrıca değerin kılıkta değil, kılığı terk etmişte meydan çıkacağı inancı Mevlevilikte hakimdir.
Alan araştırmam esnasında görüştüğüm kamlara ‘bu din ne dinidir, korku dini mi, saygı dinimi, sevgi dini mi?’ cevap saygı dinidir. Karşılıksız verme dinidir. Çünkü bir tanrıcı bir lokmayı ağzına atmadan önce onu ecdada sunar, bir yudum içmeden önce ruhlara sunar..bu hareket hep almadan önce vermenin sembolüdür.
Mevlevilikte de tanrıcılıkta da mütevazilik ön plandadır. Büyüklük taslayan kamların bu hareketlerinin kendilerine döneceğine inanılır.
Akay kynyev’in ifadesine göre, kurtsal yerler işaret parmağı ile gösterilmez. İşaret parmağı ile göstermek büyüklük taslamaktır. Çünkü işaret parmağını öğrenciler ve komutanlar kullanır. Beş parmağını ileriye doğru uzatarak göstermek uygun harekettir. Ak din inancına göre mutluluk saygıda, varoluşa saygıda yatmaktadır. Saygı, kökünde değer bilmenin yattığı, anlayış ve olgunluk gerektiren bir erdemdir.
Türk, suya, yemeğe, güneşe, aya , her şeye anlamı dahilinde saygı gösterir. Örneğin yemeğin üzerinden geçilmez. Mevlevilikte de sadece ön araştırmada görülen esas saygıdır. Hüseyin top2un Mevlevi usul ve adap isimli kitabında ‘ …Mevlevi, yatarken, önce yastıkla görüşüp yatar. …her hangi bir kitabı okumak için alınca, görüşür, işi bitince görüşerek hafifçe bırakır…’
Delilik ve aşkınlık
Anlaşılmamaktan muzdarip
Bugün Mevlevi ayini, galata mevlevihanesinde, belli bir para ödeyerek, flaşlar patlayarak, çocukların gülüşleri arasında, sevgilinizle sarmaş dolaş izleyebilirsiniz. Kızılderili şaman ayinlerini de para ödeyerek, içsel anlama nüfuz etmeden tiyatral bir gösteri gibi izleyebilirsiniz.
Sanat
Her kam aynı zamanda bir sanatçı olmak zorundadır. Çünkü ruhları anlamak ve ruhu geliştirmek ancak bir sanatçının yapabileceği iştir. Kadın yada erkek kam ruhlara hitap edecektir. Sadece kendi dilini konuşan değil, herkese ve hatta bitki ve hayvanlara hitap edecektir. Ne kadar çok sanat dalına hakimse, o kadar güçlü olacaktır. Kamlar ruhların dilini bilirler. Lisanını hiç bilmediğiniz her hangi bir kama gidebilir ve onunla konuşabilirsiniz. Çünkü ruhun dili aynıdır. Kam ruhlarla muhatap olduğu için karşısındakinin ölü, diri, bitki, hayvan olması hiç engel teşkil etmez. Kam bize gözleri kapalı görmeyi öğretir. Cansız zannettiğimiz varlıklardan fısıldayan mesajları okur. Bu özellikler zaten bir sanatçıda olması gereken niteliklerdir.
Kamın başlıca vazifesi, kaostan düzen oluşturmaktır. Ak din özü tedavi edicidir. Sanatın özünde de bu yapmaktadır. İkisi de ruha hitap ederek, bozulan dengenin önce ruhsal sonra fiziksel boyutunu tedavi etmeye yönelir. Ruha unuttuğu ama ait olduğu kaynağı hatırlatır ve onu aslına döndürür.
Tekkelerde her dedeye ayrı bir hücre verilir. Dedeler hücrelerinde saz ve ayin öğrenebilirler, meşk edebilirler, el sanatlarıyla, hattatlık , tezhipçilik, tespihçilik, oymacılık, resim gibi islamın izin verdiği tüm sanat dallarıyla uğraşabilirler. Mevleviliğe giren, burada bir dedenin hizmetine verilir. Dede onun yeteneğine göre sanatsal alana sevk eder.
Müzik
Mevlevi müziğinde kullanılan bazı makamları incelersek:
Rast makamı; beyne etki eder, baş kısmını etkiler ve bu bölgede ağrıların azalmasını sağlar.
Irak makamı; çarpıntı ve sıkıntıya faydalıdır. Durgun ve zeka geriliği olanlarda faydalıdır
Isfahan makamı; zihni açar, zekayı artırır, anıları tazeler, düzen verici
Rehavi makamı; tüm baş ağrılarına faydası olup,
Hüseyni makamı;
Büzürk makamı
Zengule malakamı
Hicaz makamı;
Buselik makamı;
Zirefgend makamı;
Nihavend makamı;
İnsan mizacı ile musiki arasında ilişki kurulması, makamların zamana göre insanlara olan farklı etkilerinin belirlenmesi, milletlere, hastalıklara karşı gösterdiği tepkiye göre makamların tasnif edilmesi işlerinin sadece Osmanlı kültüründe aramak çok yanlıştır.
Mevlevilerde de müzik, kamlarla aynı amaçla ayinin baskın bir parçası olarak kullanılmıştır.
Şarkı
Tanrıcılığın şarkıya bakışı dikkat çekicidir. Kam gücünü ve niyetini şarkısı ile dışa vurur. Sihirli şarkılar bilmek, kam olmanın gereklerindendir.
Çalgılar
Rahmi oruç’a katılmamak mümkün değildir. Süt sağarken hayvana ninni okuyan tek kültür olarak türk kültürünü görmek mümkündür.
Çalgı aletlerinin kötü ruhları kovduğu inancı, müziğin insanın ruhundaki ve fikrindeki olumsuz enerjileri yok eden ve zayıflayan ruhu güçlendiren niteliğiyle alakalıdır. Müzik, kişinin ruhuna seslenir, onu çağırır ve uyandırır ve kuvvetli kılar. ‘Sümerlerde de kötü cinleri kovmak için davul kullanıldığını’ belirtir Ogün Atiila Budak.
Mevlevilikte ney kamıştan yapılan ve kaplumbağa kemiğinden yapılmış baş-paresi olan, 7 delikli bir müzik aletidir. Ney çalmaya, ney üflemek denir. Kamil insanın sembolüdür. Kaplumbağa eski Türklerde oldukça önemlidir. Sonsuzluğu ifade ettiği için, bengü taşlar yani ebedi taşlar kaplumbağa figürünün üstüne dikilirdi. Kültigin, bilge kaan mezar külliyelerinde olduğu gibi hanedandan olan kişilerin yazıtlarında kaplumbağa şeklinde kaide bulunmaktadır. Kaplumbağanın kubbe şeklini andıran sırtı gök ve alt kısmıysa yerdir. Kaplumbağa bir astrolojik simgedir. Onun dört ayağının birbirini izleyişi, dört mevsimin hanekli bir biçimde birbirini takip etmesine benzetilir. Uzun ömürlü ve sabırlı oluşandan dolayı güçlü bir hayvan sayılmış ve refahın, barışın, mutluluğun işareti olarka görülmüştür.
Kam adayının davul edinme sürecini Harald Braem ‘ateşin efendisi’ kitabında detaylı anlatmıştır. Davul ile kamın göğe çıkmakta kullandığı çok basamaklı dünya ağacı arasında köksel bir bağ yatmaktadır. Ayin sırasında kam davulunu çalmaya başlayınca, göğe çıktığı anlaşılır. Geçtiği yerlere göre de davul çalış biçimi değişir, temposu farklı olur. Benzer şekilde Mevleviler için de çalgı aletleri, vecde geçip, tanrısal alemle irtibatı sağlayan kutsal araçlardır.
Şiir
Soyut olsun, somut olsun algılanan her şey kelimelerle kodlanmıştır.
Dans
Kam ve dans adeta özdeşleşmiştir.
Gök dansı sema
Diğer dinlere hoşgörü
Eşiğin kutsallığı
Mevleviler eşiğe basmadan kapıdan girer ve çıkarlar. Girerken sağ ayakla ve çıkarken ise sol ayakla çıkılır. Kapında girerken kapı eşiğine basılmaması, eski türk inancında kalma bir inanıştır. Eşik saygındır, kutsaldır. Altayların verdiği bilgiye göre eşit, ataların omurgasıdır.
Pir ve sahip
Ruhsal yolculularda gök katlarına çıkan ve yer katlarına inen kam için göğe ve yere yaptığı yolculuklarda kaybolma riski hep vardır. Kama bu manevi derinliklerde rehberlik eden ruhlar vardır. Mevlana aynı anlayışa ‘ pir bul ki yolculuk, pirsiz çok tehlikeli, pek korkuludur, afetlerle doludur. Bildiğin ve defalarca yolculuk ettiğin bu yolda bile kılavuz olmazsa şaşırırsınız. Kendine gel! Hiç görmediğin o yolda yalnız gitme sakın…gulyabani sana zarar verir, yolunda alıkoyar. Bu yolda nice senden daha dahi kişiler kaybolup gittiler. Kötü ruhlu iblisin onlara neler yaptığını Kran’dan işit. Onları ana yoldan yüz binlerce yıl uzak olan yol< götürdü, felaketlere uğrattı. ’ demiştir.
Hu çekmek
Hu, Allah’ın isimlerinden biridir ve Arapçadır. Seslerin belli enerjilere ve güçlere sahip olduğu, kamlara tarafından bilinmektedir. Böyle bir özellik görülmesinden dolayı, bu ses kamlar tarafından ayinlerde kullanılmıştır. Nevzat Odyakmaz ‘ Mevleviler besmele yerine Hu yada destur derler’
İbadethane
Ak din, tanrının evi veya Allah’ın evi diye adlandırılan ibadethanelere, bazı mekanların tanrıya ibadet için ayrılmasına karşı çıkmaktadır. Tüm veren ibadethanedir. Altay’da ifade edildiği üzere, türk için her bulunduğu yerdeki en yüksek yer ibadethanedir. Bu hissiyatı bariz şekilde mevlanada görmekteyiz. Mevlana ‘ niçin böyle cihan çevresinde başı dönmüş bir halde dolaşıyorsun! O senin dışında değil, sen kimi arıyorsun. Tanrı kabeyi kurdu ama onu kurdu duralı hiç gitmedi. Halbuki bu bedene yani bana Allah’tan başka kimse gelmedi’ şeklinde sözleri sıklıkla tekrarlamıştır. Benzer ifadeleri makalatta görmekteyiz.
Kuş benzetmesi
Ak dine göre kartal/ bürküt/ hotoy/kar akuş gibi isimlerle adlandırılan kuş önemli bir dini semboldür. Ergun candan ‘ yeryüzündeki kurt neyin sembolü ise, gökyüzündeki kartal da aynı sembolün karşılığıdır’
Kartal da kaf dağının kuşlarındır ve kutsaldır. Bilinmektedir ki tonyukuk, başlığında gerçek bir tanrısal damga olan iki başlı kartal taşımaktadır.
Ruh anlayışı
Tanrıcılıkta insan 3 enerjiden teşekkül etmiştir. Mesnevi ‘ birincinin yeri kemiklerdir. Olasılıkla kanda yer alan ikincisi bedenden ayrılarak yaban veya bal arısı biçimi altında ortalıkta dolaşabilir, her bakımdan insana benzeyen üçüncüsü de bir tür hayalettir. Bir insan ölünce üç ruhu ayrılır. Birinci ruh iskelette kalır. İkini ruhlar tarafından yutulur. Üçüncü bir hayalet şeklinde insanlara görünür’
Ruhlarla irtibat
Kam vecd sırasında ruhları egemenliği altına alarak veya dostluklar kurarak ölüler ve doğa ruhlarıyla ilişki kurar. Bu ruhların hepsinin kişisel ismi, özel şarkısı ve kendine özgü simgesi vardır. Hayvan suretinde görünen ruhların bazıları hayvan pirleridir. Ruhlar bir şeyin suretine bürünerek göze görünürler aksi takdirde ruhların görünmez olduğu söylenir. İnanışa göre ruhların sadece sesleri duyulur. Ayrıca bu ruhlar ağaç, toprak, ateş olarak da ortaya çıkabilirler. Bilindiğinin aksine hayvan ruhları her zaman koruyucu yada yardımcı ruh olarak çoğunluğu teşkil etmemektedir. Mevlevilikte ruhlar alemiyle irtibat adeta bir sevgiliyle irtibat olarak anlatılmaktadır.
Kam olabilmek için başlıca ve en değişmez ilke, kam olacak kişinin öteki dünya tarafından verilen kararla seçilmesidir.
Bilgiye ulaşma
Mevlevilikte ‘gerçek bilim dış görünümle değil, aşk ve coşkuyla elde edilir. Buna ledun ilmi denir. Bu bilim tanrının esin verdiği ve mürşidin öğreticiliğiyle, yol göstericiliğiyle bilinen gerçek bilgisidir. Bilginlik, insanın özünde bulunan bir yetenek, bir ustalıktır’ Mesnevi
Ayinler
Vecd
Hassan ‘ kamın vecd hali, ruhların da vecd haline geçmesine neden olur ve toplum kamla birlikte kutsalla buluşuruz. Toplumu bir bütün olarak kutsala yönelttiği için bu vecd hali sosyal bir işlev yüklenmektedir’
Işık
Dua
Sayılar
Dokuz sayısı—üç sayısı—kırk sayısı—dört sayısı
Rubailer
İslami klasik edebiyatta, tam bir manayı ihtiva eden ve dört mısradan meydana gelen şiire ve bu şiir tarzına rubai adı verilmiştir. Mevlana rubai tarzını çok sevmiş ve çok kullanmıştır.
Demir
Demirin bir sırrı vardır. Bir kamın giysisinde kemik şeklinde demir parçalarının bulunması da bu yüzdendir. Onlar kalıcılığı ve sonsuzluğu ifade eder. Bugün dahi demirbaş kelimesi, daimi değişmeyen eşya veya kişiler için kullanılmaktadır.
Rüyalar
Mevlevilikte rüya çok önemlidir. Derviş gelişme gösterip göstermediğini anlayabilmek ve kendindeki gelişmeleri analiz edebilmek için, önemli rüyaları ve algıladığı tecellilerini mürşidine arz eder.
Tanrıcı görüşte de iki çeşit rüya vardır. Sıradan ve sıra dışı. Kamlar sadece sıra dışı rüya ile ilgilenir. Bu tarz rüyalar uyanıkmış gibi canlı ve güçlü görülen rüyalardır.
Kadının yeri
Ak dinde kadının önemli biri vardır. Kamlar özellikle bu dinin ilk dönemlerinde sadece kadınlardan oluşmakta idi. Mevleviliğe gelirsek, Gökpınarlının ifadeleriyle kadını cemiyetin önemli bir parçası olarak kabul etmektedir. Kadınlar rahatça sema meclislerine girebilmekte, birlikte sema etmektedirler. Mevlana kadının gizlenmesini, toplumdan ırak kalmasını doğru bulmaz.
Mevlana mesnevide ‘ kadınlar akıllı kişiye galebe ederler, fakat cahil kişi onlara galip olur’ diye başlık atar ve sözü peygambere bağlar. ‘peygamber dedi ki: kadınlar akıllı kişilere, ehli dil olanlara fazlasıyla galip olurlar. Fakat cahiller, kadına galebe ederler’
Eski Türklerde tek eşlilik esastı. Mevlana, islamın izin verdiği gibi birden fazla kadınla evlenmedi.
Dağ
Su
Yeraltındaki cehennem
Mevlana ‘ yürü iblis ol, yedinci kat yerin altında şeytanlık et’ beyitinde olduğu gibi, yerin altında yedi katman olduğu ve en son katmanda şeytanların olduğu, cehennemin bulunduğunu benzer ifadelerle ifade etmiştir.
Yağmur ve Yada taşı
Yağmur taşı, farklı lehçelerle ifade edilir.
Kam yağmur yağdırır yada yağmurları sona erdirir. Eski Türklerin yağışa hakim oldukları hakkında bilgiye bir çok kaynakta rastlamaktayız.
Eski arap gezgini Temin bin bahr, uygu Türklerinin topraklarına gider ve Yada taşı ile ilgili bilgi verir. ‘ onların ülkelerinde garip bir taş vardır. İstediklerinde onunla yağmur, kar, dolu yağdırıyorlar. Bu iş, onlar arasında çok yaygın olup, kimse bunu inkar edemez’
Bu taştan Osmanlıların da haberdar olduklarını yine tarihi belgelerden anlıyoruz.
Marco polo, Türklerle karışan keşmirde de yada taşı ve yağmur yağdırma sanatının bulunduğunu yazar.
Anadoluda hala bu rituele rastlamak mümkündür ancak aradaki tek fark yada taşının olmamasıdır.
Ocak kültü
Tedavi ve hastalığa bakış
Kama göre hasta kişinin ruhu zarar görmüştür veya ruhu kayıptır. Hastalığın kökeni ruhta aransa da kamlar fiziğe yansımalarını tedavi etmek için ilaçlar hazırlar. Kam kişiyi bağımsız bir varlık olarak ele almaz ve onun içinde bulunduğu ortamın örf ve adetleri, yaşam şartlarına göre şekillenen ruh ve fizik yapısını göz önünde tutarak ve hastanın eskiye dayanan köklerini dikkate alarak, içinde bulunduğu durumu bütüncül bir bakış açısıyla değerlendirir.
Gizli dil
Ak din inancına göre her ruhun ayrı bir dili vardır. Bu dili bilmek, o ruhu anlamak, onun düşünce ve hissediş tarzını bilmek demektir.
Kam olma süreci
Tasavvufda ve ak dinde, mürşitler arası telepatik irtibat vardır. Kutup adı verilen mürşit, diğer mürşitlerle sürekli ruhsal ve telepatik olarak irtibat halindedir.
Sırra erme, ölüp-dirilme
Sırra erme sağlayan ölüp-dirilme deneyimi, üst ve alt aleme yolculuğu kamın göreve yeni ve güçlenmiş bir şekilde girmesi için bedenin parçalanmasını ve yeniden bir araya getirilmesini içerir. Ölüp-dirilme esnasında kam, öteki dünyadaki sınamalardan geçer ve ruhundaki yetenekler ortaya çıkar.
Sırra erme töreni
Tasavvufda da, kam adayının kamlığa kabulünde yapıldığı gibi bir kabul töreni yapılmaktadır.
Reenkarnasyon
Tanrıcılıkta tenasüh vardır. Türkler ruhun ölümsüz olduğunu savunurlar. Bir insan öldüğünde ruhu başka bir bedene geçmektedir. Bir yaşamda hangi seviyede isek, öldükten sonra o seviyede bir yer edinir ve tekamüle kaldığımız yerden devam ederken yine daha önceki birikimlerimize ve borçlarımıza uygun düşen varlık kişi ve olaylarla karşılaşırız.
Mevlananın reenkarnasyonu destekleyen sözlerine gelince; ……
Ata kültü
Türklerde atalar ile yaşayanlar arasındaki bağ ve iletişim mevuttur. Mevlevilerin, yol büyüklerinin kabirlerini ziyaret etmeleri, kendi şeyhlerini, büyüklerini ve din ulularını dolaşarak gönül almaları, onların feyzleriyle manen zenginlik kazanmaları Mevleviliğin önde gelen özelliklerindendir.
Renkler
Dünyada başka dillerde olmayan bir özellik Türkçede vardır. Dört kutsal yönü ifade eden dört renge bir manevi, bir de maddi anlamları ifade etmek üzere iki isim verilmiştir. Bunlardan kara= kuzey, al-kızıl=güney, gök=doğu, ak=batı yönlerini temsil eder.
Kara
Kara yel, kuzey rüzgarı demektir. Kuzeyin sembolü olmuştur. Aynı zamanda büyük, yaman anlamında kullanılmıştır. Mesela, Çağatay kültüründe kara çerik, büyük ve yürüyüş halinde olan ordu demektir. Altayli Türkler kara töz ile yer altındaki ruhları ifade eder. Kara renkli paçavra yada flama asılması, dedekorkut gibi önemli eserlerde yas olan evden söz edilirken ‘karalı göklü otağ’ tabiri kullanılır.
Ak
Gök, mavi tanrının sıfatı ise; beyaz yani ak da büyük iyi ruh olan bay ülgenin rengidir.
Türklerde aklık, temizlik, arılık, ululuktur. Devletin adalet ve gücünü temsil eder. Hun ordusunda üst rütbeli subaylar beyaz giyerdi. Batı yönünün rengi aktır.
Kırmızı
Güneyin rengi. Ateş niteliklerini barındırır.
Gök
Tanrıcılar da gök kelimesi tanrı ile aynı anlamda kullanılır. Bu sebeple bütün türk dünyasında tapınakların, camilerin kubbeleri turkuaz-türk rengindedir. Doğunun simgesidir.
İslam-ümmet; şaman-millet
Ak din/tanrıcılık milli bir dindir. Ümmet fikrini içermez. Yani Türkler tanrıcıdır. Bir rumu tanrıcı yapma amacı taşımaz. Bunun hiçbir anlamı da yoktur. Çünkü zaten tanrı da tük tanırsıdır. Türkün anladığı tanrıdır. Onu başka bir millet anlamaz. Başka bir milletin tanrısı da, rus tanrısı vs şeklinde onun kendi anlayışında bir tanrıdır. Türkler tanrının birliğine iman etse de, tanrının her topluluğa yaklaşımı farklı olduğuna ve her toplumun da tanrıya yaklaşımı farklı olması gerektiğine inandıkları için asla başka topluluklara kendi inançlarını empoze etme fikrine kapılmamışlar. Çünkü önemli olan, başkalarının kendileri gibi inanmaları değil, kendi akıllarına ve ruhlarına neyin yatkın geldiğidir.
Dede
Tanrıcı bir öge olan dede müessesesi, alevi, bektaşı, Mevlevilikte vardır. Dede, din büyüğü, ruhani önder olarak kabul edilir. Anadolu da dede olmanın en önemli özelliği, dede soyundan gelmektir. Kamlarda kam olmanın en temel koşulu, kam soyundan gelmektir.
Kehanet
Enerji aktarımı
Usta çok çeşitli yollarla, kendi manyetik tesir alanını öğrencisine veya bazı nesnelere aktarır. Bunun için nefesini ve öpüşünü kullanabilir. İnsanların öpüşmesinde mana da budur. İslamda Türkler arasında tu tu tu maşallah şekline bürünmüştür. Sadece insanlara değil, tesiri bir nesneye de aktarabilir. Makas yada bıçağın elden ele aktarılırken tu denmesi adetinin izi bu eski inançta yatmaktadır. Metale aktarılan enerjinin artı veya eksi olması ile o metali alan kişiye, aynı enerji geçmesiyle ile etkilenecektir. Mevlevilikte, üfleme, öpme tesir aktarma yöntemlerini sayabiliriz. Mevlevilikte, karşılaşan iki mevlevi baş keserek selamlaşır ve sonra karşılıklı olarak birbirlerinin ellerini aynı zamanda öperler. Buna görüşme denir.
Kutup
Türkler inanılan; dünya kutup yıldızına dünyanın ortasından bir demir dağın üstünde kutup yıldızına kadar uzanan bir demir ağaç ile bağlanmıştır. On iki hayvanlı türk takvimi. Türkler dünyanın ve göğün bir merkez etrafında döndüğüne inanır. Bu merkeze bazı yerlerde göğün kapısı denir. Bu kutup yıldızının olduğu yerdir. Türklerde her insan konutundan bir orta direk bulunur bu direk ekseni simgeler. Bu direk sayesinde her ev dünyanın eksenine yansıtılır. Böylece her ev, katlara seyahatin yapılabileceği kutsal mekanlar haline getirilmektedir. Kubbeli bir çadıra benzetilen gökyüzünün ortasındaki bu yıldız, çadırın ana diğerinin yurdun kubbesini tuttuğu gibi gök kubbeyi tutmaktadır. Bunun için, kutup yıldızına demir kazık adını vermişlerdir. Uygurlar ise altın kazık derler. Kam ayinin de olduğu gibi mevlevi ayninde de kutup noktası denilen bir yer bulunmaktadır.
Tuz
Eski Türklerde çadırı kötülüklerden korumak için, etrafına tuz dökülür. Ayrıca nazar değmiş birinin etrafında tuz dolaştırılır ve sonra bu tuz ateşe atılır. Eğer ateşe atılan tuz pat pat diye ses çıkarırsa, nazar değdiren kötü enerji yanarak ölmüş demektir. Mevlevilerde de tuzun önemli biri bulunmaktadır.
İsim
Eski türk geleneklerinde bir gencin isim alması hiç kolay değildir. Baştan geçici bir isim verilse bile daha sonra gerçekleştirdiği bir başarıya göre isim verilirdi. Hatta her yeni başarıdan sonra toplumda öne çıkan gençlere yeni bir isim daha verilirdi. Bu nedenle tarihi kayıtlarda kimin kim olduğunu tespit zor olmaktadır. Bu gelenek Osmanlıda da sürmüş. Fatih ismi, istanbulu aldıktan sonra verilmiştir. Süleymana da kanuni ismi sonra verilmiştir. Türk isimlerinde kadın ve erkek farkı yoktur.
Nazar
Seyahat
Kam dayının ve bazı kamların sürekli seyahat ettiklerine şahit olunmuştur. Dünyanın farklı yerlerinde farklı enerjiler vardır. Kendisine uygun enerjiyi bulmak isteği bu yolculukların bir nedenini teşkil eder. Ayrıca bu yolculukların kam olma sürecinde gerçekleşmesi, onun kendini keşfetmesi için çıktığı içsel yolculuğunun dışa yansıması olarak görülebilir.
Pilav
Eskiden beri Türklerin bayram, nevruz, ölüm yemeği gibi özel günlerde yemek olan pilav, mevlevi sofrasında da önemin korumuştur.
Nevruz (Ergenekon bayramı)
Nevruz sadece yeni yılın gelişi değil, doğanın ve insanın uyanışı ve arınışını simgeler. 21 martta kutlanan türklerin orta asyadan getirdikleri bu gelenek, Sünni Müslümanlarca kabul görmemiştir. Fakat Mevlana için nevruzun kutsallığını koruduğunu anlamaktayız.
Şems mevlanayı neden etkiledi
Kamlık, Mevlevilik ve cinsiyet
Kıyafet, kamın giyimi—cübbe—başlık—kamçı—maske—asa—kuşak—
Mevlevi kıyafeti
Astroloji
Eski Türklerde astroloji
Mesnevide bulunan astrolojik ifadeler
Elementler
Ateş
Hediye
Ölüm
Eski Türklerde ölüm
Olağan durumlarda cenaze töreninde kam bulunmaz. Ölünün cenaze töreninden 40 gün sonra hala ölünün evinin çevresinde dolaşmağa devam ettiği durumlarda kama başvurulur. Bu olayın nedeni tatminsiz, gözü açık gitmiş ölüler. Kırk gün sonra ölü evinde, hala ölümün etkisi hafiflemediyse, ve bu ciddi sorun teşkil ediyorsa da o zaman devreye girer.
Cenaze kaldırılması
Çok çeşitlilik göstermektedir. Yakmak da vardır. Mumyalamak.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)